BİA/11 Temmuz 2015
Bu sefer batıdan
doğmuştu güneş. Ege’nin karşı kıyısından. Karşı kıyıdan doğmuş, adaların
üzerinden yükselerek kıyılarımıza vurmuş, biraz da bizim yüzümüzü
aydınlatmıştı. Sevinmiştik. Umudun güneşiydi bu. Adı Syriza’ydı!
*
Dünya finans
kapitalinin Avrupa satranç tahtasında bir piyonu andıran Yunanistan, kendi
egemenlerinin çıkar dalaşında sürekli istikrarsızlıklar ülkesi olarak
anılageldi. Uzun yıllar sağın ve sosyal demokrasinin iflah olmaz
kandırmacalarından bıkan kalabalıklar, 2000 ‘li yılların ortalarına doğru yeni
bir umut merkezini inşa etmeye giriştiler. Burjuvazinin türlü oyunlarına
karşılık sık sık meydanları zapt eden kalabalıklar; solun ve değişimin birçok
renginden oluşmuş ötekiler, 2004 yılında Syriza’nın çatısı altında
toplanmışlardı. Sonrası, solun ortak bahçesine ekilen tohumların zamanla
büyümesiydi. Önce 2004 seçimlerinde barajı geçmiş, ardından 2007’de %5 oy
almış, derken 2012’de %26 lık oy oranıyla ülkenin ikinci partisi olmayı
başarmışlardı.
Her defasında,
krizlerin yükünü ustaca halkın sırtına yıkmayı başaran komşu yarımadanın gözü
açık egemenleri en sonunda geçen 25 Ocak 2015 genel seçimlerinde baltayı taşa
vurdular. Bu öyle bir taştı ki, baltanın
keskin ucunun çarpmasıyla oluşan kıvılcımlar tüm Avrupa kıtasının üzerinde kara
bulutların oluşmasına neden oldu. Uzun yılların sabırlı ve inatçı mücadelesinin
sonucunda bir araya gelmeyi başarmış radikal solcular nihayet %36 lık oyla
iktidar olmuşlardı. Avrupa’nın ve dünyanın güç merkezleri şaşkındı. Yunanistan’ın
soylu sınıflarının kırk yıllık egemenliğine son verilmiş, bir zamanlar hiçe
sayılanların, kemeri sıkılanların, sokağın sahiplerinin sesine kulak verenler
iktidar olmuştu.
Finans
kapitalizminin temsilcileri, para kulelerinin zirvelerinden durumu soğukkanlı
öfkeyle izliyorlardı. Beklentileri o idi ki, Avrupa’nın bu yaramaz solcuları,
ilk derslerini aldıktan sonra akıllarını başlarına toplayacak, sermayenin
tahayyül edilemez gücü karşısında eninde sonunda diz çekeceklerdi.
İktidar olmuşlardı ama muktedir değillerdi
Ancak bir garipti
bu yeni iktidar sahipleri. İktidar olmuşlardı ama muktedir değillerdi.
Kibirleri yoktu. Gizleyecek şeyleri de… İktidarlarının ilk gününe, parlamento
binasının önündeki, halkı meclis üyelerinden ayırmak amacıyla yapılan demir
çitleri kaldırmakla başlamışlardı. En az Gümülcineli bir çiftçi kadar köylü,
Selanikli esnaf kadar şehirli, evsiz bir yurttaş gibi sokaktandılar. Üstelik
caddede yürürken dükkânının önünde bacak bacak üstüne atmış güneşlenen Atinalı
bir esnafın istifini bozmadan “hey ne
haber Çipras?” selamına, burnu kibirle büyümüş bir başbakan değil, eşit bir
yurttaş sevecenliğiyle karşılık verecek kadar halktandılar.
Bir yurt dışı
gezisinden dönüşte, masasında bulduğu zarf dolusu parayı, “bir başbakanın yurt dışı ziyaretler için harcırah alamayacağını”
söyleyerek iade eden; iktidarın ilk gününde işten atılan 595 temizlik işçisini
işe geri alan, çocuk ve C tipi cezaevlerini kapatmaya karar veren,
Türkiye-Yunanistan sınırındaki dikenli telleri kaldırılacağını söyleyen, bakanlıklardaki
lüks makam araçlarını “lüzumsuz ve
masraflı” olduğu gerekçesiyle satışa çıkaran, bazı özelleştirmeleri rafa
kaldırmak gibi gariplikleri yapan yine onlardı.
*
Yunanistan politik
arenasında on yıllardır yok sayılanların, dışlanmışların, ötekilerin sesiydi
Syriza. “Başka bir dünya mümkün”
hayaliyle yola çıkmıştı. Halkların çektiği acılardan habersiz, sığındıkları şatolarından yeryüzünün bütün denizleri ve kara parçalarına hükmetmeye çalışan
Avrupa burjuvazisinin kalelerine yalın kılıç yürüyen umudun şövalyesi gibiydi
o.
Ne var ki, ülkenin
açgözlü egemenleri geride boğazına kadar borçlu bir ülke bırakmışlardı.
Haramilerin sofrasında, halkının son lokmasına kadar göz dikilmiş bir pazarlık
masası buldu önünde Syriza. Vakit yoktu! Borçlular kapıda, finans örgütleri
tetikte, şantaj diz boyuydu. Para kulelerinin zirvesindekiler, yarımadanın eski
kafalı bu genç solcularına hadlerini bildirmek için sabırsızca bekliyorlardı.
Satranç tahtasının yapayalnız kalmış erleri
Syriza, bütün
önemli taşlarını baştan kaybetmiş, kaleleri yıkılmış ve dört yandan kuşatılmış
bir satranç oyununda buldu kendini. Satranç tahtasının yapayalnız kalmış erleri
gibiydiler adeta. Avrupa’da paranın sahipleri işte bu koşullarda masaya kibirle oturdular. Görüşmeler Syriza için bunaltıcıydı. Dünyanın en büyük finans
örgütlerini arkasına almış Avrupa burjuvazisi bütün önemli taşlarını ileri
sürdü. Toplantılar birbirini kovaladı, kozlar ortaya serildi, şartlar
sıralandı; aba altından sopalar gösterildi. Şatoların ihtişamlı gücü karşısında
erlerinki ne olabilirdi ki? Avrupa burjuvazisi, doymak bilmez iştahıyla, kendi
çıkarlarını korumasının tek yolu olarak Yunanistan halkına kemerlerini daha
fazla sıkmayı dayattı!
Bu durum yarımada
halkı için daha büyük vergiler, daha fazla işsizlik, daha geç emeklilik ve daha
çok yoksulluk; her şeyden öte daha büyük onursuzluk demekti. Böylece
uluslararası finans kapital, nice kurnazlık ve hilelerle dolu bu satranç
oyununda, iyice köşeye sıkıştırdığı yarımadanın deneyimsiz oyuncularını
neredeyse mat etme noktasına kadar getirdiler.
Oysa ki satranç
tahtasının dişli erleri hiç de kolay pes etmek niyetinde değillerdi. Avrupalı
kapitalist devletlerle kreditörlerin, Eurolardan oluşan para kuleleri,
dolambaçlı finans oyunları, şantaj kokan bunca spekülasyonları arasında
unuttukları bir şey vardı: Eşitsiz satranç oyununda köşeye sıkıştırmaya
çalıştıkları bu genç ve haddini bilmez solcuların dayandığı halk tabanı!
Ve işte bu genç
radikaller, Avrupa burjuvazisinin hiç aklına gelmeyecek bir şeyi yaptılar;
kendilerine dayatılan kırk katır mı, kırk satır mı sorusunu, desteğini alarak
iktidar oldukları halka sormayı tercih ettiler! Bu referandum demekti… Avrupalı
devletlerin olağan zamanlarda dillerine pelesenk ettiği “demokrasi” sözcüğü böylece, birdenbire Syriza’nın elinde geri
tepmesiz bir silaha dönüşüverdi.
Bu, bir kez
iktidar olduktan sonra kendi egemenlik alanlarında istediği gibi at koşturmaya
alışmış Avrupa’nın şımarık burjuvazisi için alışılmadık bir şeydi. Ve şimdi,
belki de ilk defa demokrasi sözcüğü, kibirli egemen devletlerin korkulu rüyası
haline geliyordu. Bu yüzden çok kızgındılar! Olacak şey miydi; Avrupalı
oligorkların bir ülke iktidarına dayattıkları reçeteyi, ilk defa olarak bir
iktidar kendi halkına sormaya cüret ediyordu! Demokrasiyi, seçimden seçime
yurttaşların oy vermesi olarak yorumlamaya alışmış Avrupa’nın büyük devletleri
satranç masasında köşeye sıkıştırdıkları bu genç solcuların kıvrak zekâsının
ürünü olan referandum talebi karşısında önce afalladılar. Kısa süren
şaşkınlıktan sonra karşı saldırıya geçmekte gecikmediler. Kredi olmadan
Yunanistan’ın yaşayamayacağı, Syriza’nın kumar oynadığı, oylamadan hayır
çıkması durumunda ülkenin felakete sürükleneceği propagandasını yaptılar. Halkı
krizle, açlıkla, korkuyla hizaya getirme çabaları böylece sürdü gitti.
Yıllardır kendi
halkının emeği üzerinden zenginleşerek ülkeyi içinden çıkılması güç bir borç
batağına sürükleyen Yunanistan’ın asalak, bezirgân sınıfları da Avrupalı
egemenlerin yanında saf tutmaktan geri kalmadı. Seçimlerden önce Syriza’yı küresel
sermayenin düşmanı, AB karşıtı, anarşinin, istikrarsızlığın ve belirsizliğin
temsilcisi olarak göstermelerinde ne denli haklı olduklarını anlatıp durdular.
OXI
Sonunda referandum
günü geldi çattı. Sandıklar açıldığında sonuç anketlerin ötesinde bir sonucu
gösteriyordu. Dünya egemenlerinin Yunanistan halkını korkuyla, açlıkla terbiye
etme çabaları sonuç vermemiş, komşu %61,3 oranında OXI demişti! Evet OXI! Hem
de kuvvetli bir HAYIR! Yunanistan halkı şantajlara boyun eğmemiş, iktidardaki
bu genç solcuların onurlu duruşunu desteklemişlerdi.
Yunanistan
yarımadasından yükselen kuvvetli OXI sesi dünya sermayesinin kulelerinde bir deprem etkisi yarattı.
Onların, Avrupa’nın genç radikal solcularına diz çöktürme çabaları sonuç
vermemişti. Komşu yarımadanın genç Syriza’sı, Avrupa’daki şatoların karşısına
umudun şövalyesi olarak çıkmıştı. Yunanistan halkı ise, kıta Avrupası’nın
şatolarından yükselen tehditlere boyun eğmek yerine, bu gözü pek şövalyenin
peşinden gitmeyi seçmişti. Ege’nin öte yakasındaki komşunun, umudu ve onuru kırılan bir ülke
olmaktan kurtulma çabasıydı bu; açlıkla, yoklukla, yoksunlukla tehdit edilen
bir ülkenin, radikal genç bir partinin güzel hayallerine ortak oluşuydu. Belki
de, diz çökerek sürünmektense, ayakta ölmeyi yeğleyen bir halkın onurlu
duruşuydu bu.
Avrupa’da sermayenin şatoları şimdi şaşkın
On yıllardır tek
kutuplu bir dünyada yaşıyoruz. Yeryüzünü bir ahtapot gibi kuşatmış, insanlığı
ve doğayı akıl almazcasına yıkıma sürükleyen, Ortadoğu’yu ise bir cehenneme
çeviren finans kapitalizmin karşısında insanlık bir umut arayışında. Özellikle
Avrupa’nın ve Asya’nın yeni umut arayıcıları, en önde fırlayarak ipi en önde
göğüsleme heveslisi Yunanistanlı kardeşlerine gözlerini dikmiş merakla
bekliyorlar. Sonradan kendilerinin de başlarına gelmesi muhtemel bu satranç
mücadelesinde Yunanistanlı kardeşlerinin deneyimlerine ihtiyaçları var. Bir
süredir, onlar da satranç tahtasında erlerini ileri sürmüş, kendi egemenlerinin
yapacakları hamleleri gözlemekte. Belli ki uzun sürecek bir mücadele de onları
beklemekte.
Avrupa’da
sermayenin şatoları şimdi şaşkın. Avrupa satranç tahtasındaki erlerin,
ellerinde demokrasi kılıcıyla girdikleri bu savaşta, beklenmedik zaferi
karşısında neye uğradıklarını şaşırmış durumdalar. Bir yandan Atina’nın bu genç
şövalyelerine öfkeyle diş bilerken, öte yandan kapandıkları gösterişli
şatolarında, kapalı kapılar ardında yeni planlar peşindeler.
*
Biliriz ki erler,
satranç tahtasında tek başına güçsüzdürler. Onlar, ne yapıp edip karşı
mevzilere sızmak, yeni mevziler tutmak, yeni kaleler inşa etmek
durumundalar. Bu yüzden hamlelerini
akıllıca yapmak zorundalar. Aksi taktirde daha çok servet, daha fazla kar
hırsıyla gözü dönmüş, doğayı ve insanlığı acımasızca kemiren finans
kapitalizmin sayısız hileleri ve tuzakları karşısında tutunmaları zor.
Şimdi, besbelli
yeni bir dönemeçte Yunanistan halkı. Avrupa’da taşlar yeniden diziliyor. Dünya
kapitalizminin para kuleleri gardını almış, gücünü yokluyor, yeni bir hücum
düzenine geçiyor. Atina’nın gözü pek erleri ise, arkalarında yarımadanın
emekçileri, öğrencileri, dışlanmışları ve ötekileri olarak Avrupa’nın bu en
donanımlı şatolarına karşı akıllıca saf tutma telaşındalar. Bakalım, şatoların
kibiri ve kurnazlığı karşısında, erlerin gücü neyi gösterecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
yusuf.nazim1@gmail.com