Cumhuriyet /22 Şubat 2014
1983 yılında ilk defa, Yılmaz Güney’in Duvar filminde tanımıştık onları. Subyan koğuşlarının kimsesiz, boynu bükük çocuklarıydılar. Uzun yıllar sonra, 2012 yılının Şubat ayında Pozantı'da bir kez daha hatırladık onları. Mersinli taş atan çocuklara çıkmıştı adları; cezaevinde angarya işlerde kullanıldılar, dövüldüler, hakarete maruz kaldılar. İstismar edilerek tacize ve tecavüze uğradılar.
Çoğu ağır travmalar geçirdi. Hayatta kaldığına bile pişman olanları oldu. Bazıları, sonradan serbest kaldı; yaşadıklarını hazmedemedi, yüreği attı, dağa çıktı. Kimileri ise “daha iyi bir cezaevine” gönderildiler.
Aradan neredeyse
bir yıl geçmişti. Bu sefer, Şakran Cezaevi'nin
gözden ırak dehlizlerinde kanadı onların çığlıkları. Yine çocuktular. Suçluydular. Yine hapisteydiler... En ağırından yine kötülük bulaşıyordu
bedenlerine; yine dayak, yine sünger odası, yine taciz ve istismar düşüyordu paylarına…
Yılmaz Güney, ölmeden önce Fransa’da çektiği son filmi Duvar’da, 4. koğuşun çocuklarını anlatır. 12 Eylül 1980 cuntası Türkiye’sinde cezaevindeki çocukların, bir köle sefaletine benzeyen hayatları vardır filmde; dayak, angarya, mutfak işleri, tuvalet temizliği, kömür çekme, çöp dökme.. Bir de geceleri, yataklarından alınarak tenha bir köşeye götürülme korkuları vardır…
Duvar
filminin çocukları inanırlar ki, yeni ayı gördüklerinde dua eder, bir dilek
tutarlarsa, Tanrı bu dileği yerine getirecektir. Bu yüzden gökyüzünde, ince bir kavun dilimi gibi parlayan yeni ayı gördüklerinde, ellerini havaya
kaldırarak bir dilekte bulunurlar;
“Tanrım, beni daha iyi bir
hapishaneye gönder.”
Dördüncü Koğuş’un çocukları
Dördüncü
koğuşun çocuklarına bekledikleri kurtuluş, yeni bir ay için tuttukları dilekten
değil, cezaevinin daracık koğuşlarında, çocuk bedenlerini yatırdıkları isyandan
gelir. Çocuklar, hayatlarına dört duvar arasında zerk edilmiş kötülüğe daha
fazla dayanamaz, koğuşlarındaki yatakları yakar, isyan ederler. Bu, onları
Dördüncü Koğuş’tan kurtaracak tek yoldur.
Başarılı da olurlar. Sonunda adları bir isyana karışmış olarak “daha iyi bir hapishanenin” yolunu tutarlar onlar. Oysaki hayalini kurdukları “daha iyi bir hapishane” de onları, ellerinde copları, kötücül bakışları, plastik eldivenleriyle, anadan uryan soyunmuş çıplak bedenlerini en mahrem yerlerine varıncaya dek didik didik edecek “daha iyi çocuklar(!)” hazır beklemektedir.
Başarılı da olurlar. Sonunda adları bir isyana karışmış olarak “daha iyi bir hapishanenin” yolunu tutarlar onlar. Oysaki hayalini kurdukları “daha iyi bir hapishane” de onları, ellerinde copları, kötücül bakışları, plastik eldivenleriyle, anadan uryan soyunmuş çıplak bedenlerini en mahrem yerlerine varıncaya dek didik didik edecek “daha iyi çocuklar(!)” hazır beklemektedir.
Duvar filminin çocuk koğuşlarından yükselen çığlıklar, 2012 yılının Şubat ayında sinema perdesinden inerek gerçeğin arasına karışır. 29 yıl öncesinin Duvar filminde, sübyan çocuklarının körpecik bedenlerini kanatan kurgu bu sefer, Pozantı Cezaevi’nin karanlık hücrelerinde, polise taş atmanın bedelini ödeyen Kürt çocuklarının bedenlerinde gerçekliğe dönüşür. Bir zamanlar, 12 Eylül karanlığı tarafından kirletilen ülkenin vicdanı, yeni bir düzende, yeni güç sahiplerinin elleriyle bir kez daha kirletilir. Filmde, diline ve etnik kimliğine bakmaksızın çocuk bedenlerine yönelen kötülük, bu sefer Kürt çocuklarının sıcak bedenlerine akar. Pozantı’da taş atan Mersinli çocukların, dört duvar arasına hapsedilmiş acıyla kanayan ruhudur bu.
Pozantı
Cezaevi’nin duvarlarını delen çığlıkları kısa sürede yankısını bulur. Çocuklar,
içinde bulundukları cehennemde yaşadıklarını anlatırlar; dayak, kötü muamele,
işkence, cinsel istismar, taciz ve tecavüz kelimeleri dökülür kâğıtlara… Çocuk
bedenlerin ruhuna reva görülen acının şiddeti anlaşılır. Olay yargıya intikal
eder, soruşturmalar açılır. Yaşananlar “istisna
ve münferit olay” olarak görülür. Pozantı Cezaevi kapatılır. Mağdur
çocuklar “daha iyi bir hapishaneye”
gönderilirler…
Bedenleri arızaya uğratılmış çocuklar
Aradan
henüz bir yıl bile geçmemiştir. Hapishane duvarlarına ölümden beter kötülüklerin
sinmiş şehrin adı bu sefer İzmir’dir. Hapishanenin adı ise Şakran Çocuk Cezaevi…
Çocuk
etlerine bulaşan şey, hayatlarında büyüyen yoksulluğun şiddetiyle orantılı bir
kötülükten başka bir şey değildir yine. Kanla, zehirle, nefretle beslenen bu
kötülük, daha donanımlı bir cezaevinin, karanlık ve nemli hücrelerinde,
kameraların görmediği kuytuluklarda, sünger odalarında, cinsel koğuşlarında
çocuk bedenlerine sinsice akmaya devam etmektedir. Bundan en çok da nasibini alan, kapatılan
Pozantı Cezaevi’nden gelen çocuklardır. Rengi esmer, dili kırık olana yönelen
aşağılama ve şiddetin dozu bu sefer daha da büyük olmaktadır.
Böylece,
bedenleri arızaya uğratılmış çocukların ruhları bir kez daha örselenir.
Psikologlarla görüşürken çocuklar, bir kez daha suskuyla başlarını öne eğerler;
anlat dediklerinde susarlar, bakışları mahcup, parmaklarını birbirine
kavuştururlar. Bir kez daha kelimeler sessizce kanar dudaklarında, ezik ve
yaralı bakışları konuşur çocukların. Hayatlarına sinmiş bu kötücül karanlığı
anlatmaya sözler kifayetsiz kalır. Daracık hücreler, dayak, hortum, işkence,
kötü muamele, küfür, taciz ve tecavüz sözcükleri düşer ajanslara. Bir kez daha
yırtılır karanlığın kalın perdesi.
Dilekler en güzel hayalleridir
çocukların
Dileklere
inanır mısınız siz? Hiç dilek tuttuğunuz oldu mu örneğin? Ya çocuklar? Çocuklarınız? Onların, küçücük yaşlarında, gelecek kaygılarının ilk filizleri olan, hayal
dünyalarına hiç dâhil oldunuz mu ?
Peki,
hayatlarına anlam katacak en güzel şeyin “daha
iyi bir hapishane” den ibaret olduğu çocuklar tanıdınız mı? Örselenmiş
bedenlerinde türlü hikâyeler taşıyan bu çocukların sessiz çığlıklarını duydunuz
mu? Göz göze geldiğinizde, bir türlü zapt edemedikleri bakışlardaki o korku
dolu ıslaklığa hiç tanık oldunuz mu?
Dilekler
en güzel hayalleridir çocukların. Pozantı’nın taş atan sürgün çocukları şimdi
Şakran’ dadır. Tıpkı, dördüncü koğuşun çocukları gibi… Yaşadıkları cehennemden
kurtulmuş “daha iyi bir hapishane”
nin karanlık koğuşlarına tıkılmışlardır. Umutları var mıdır? Yaşamlarına zerk
edilmiş bunca kötülükten sonra hayal kuracak güçleri kalmış mıdır? Geceleri,
karanlık hücrelerden arta kalan zamanlarda, koğuş pencerelerinin mazgallarından
dışarı bakarlar mı hiç? Gökyüzünde, ince bir kavun dilimi gibi asılı yeni ayı
gördüklerinde, hala dilek tutarlar mı? Öylesine yaralıdır ki ruhları, nasıl tahmin ederler dört
duvar arasında daha neler yaşayacaklarını? Hayal etmekten
vazgeçip, meçhul bir zamana bırakırlar mı bu hayattan alacaklarını? Dilek
tutarsalar eğer, daha İyi bir hapishane kurtarır mı Şakran’ ın çocuklarını?
@yusufnazim