Yusuf Nazım
T24 | 13 Mayıs 2021
“Direniş varsa umut da var!”
Öce.
Doğu Karadeniz’de bir dağ köyü.
Kayın ağaçları, köknarlar, ıhlamurlar arasında keçilerin, ceylanların,
geyiklerin koşturduğu; dağ horozlarının, sürmeli bülbüllerin, kekliklerin ve
türlü türlü kuş seslerinin birbirine karıştığı bir coğrafya.
Rize’nin kartal yuvası denecek yamaçlarındaki evde bir çocuk
dünyaya gelir.
Yokluk, yoksulluk içinde büyür.
Zekâsı, çalışkanlığı onu liseden sonra İstanbul Üniversitesi
Hukuk Fakültesi’ne götürecektir.
Dünyada 68 fırtınası esmektedir.
ABD’nin Vietnam’da yürüttüğü haksız savaşa karşı gelişen isyan
dalgası eşitlik, özgürlük, bağımsızlık taleplerine dönüşmüştür.
Rizeli genç de bu rüzgârdan payına düşeni almakta gecikmez.
Üniversiteli yıllarda bağımsızlık, eşitlik, özgürlük
sözcükleri ruhunun en derinlerine işler.
Ülkesinin ABD hegemonyasından kurtulması gerektiğine inanır;
Filistin’e gider, İsrail Siyonizm’ine karşı savaşa katılır.
Döndüğünde Trakya’nın köylerindedir; onlara yokluğun,
yoksulluğun sebebini anlatır.
O yıllarda gençlerin hak ve adalet arama; sömürüye, eşitsizliğe,
özellikle de emperyalizme karşı söz söylemesi hoş karşılanmamaktadır.
Bir ihbar üzerine yakalanır, cezaevine atılır.
Ancak, ülkesi için yapılacak çok şey olduğuna inanmaktadır, bir
grup arkadaşıyla birlikte buradan kaçar.
Sene 1971, Mart’ın son günüdür.
11 genç Tokat’ın bir köyünde, kaldıkları evde kuşatılırlar.
Teslim ol çağrılarına uymayan gençlerden biri hariç, tamamı
öldürülür.
Öldürülenlerin arasında, Rize’nin dağ köyü Öce’de doğup,
hayatını halkının mutluluğu, ülkesinin bağımsızlığına adayan o genç de vardır.
Adı Cihan Alptekin’dir.
Köylülerinin deyişiyle “Bizum Cihan.”
Ölenler, kısa sürede halkının bağrına basılacak, aradan on yıllar geçse dahi unutulmayacaklardır.
Arkalarından yakılan türkü ise hep dillerde kalacaktır:
“Oy dere, Kızıldere
Söyle akışın nere?”
* * *
Sene 2021, Rize.
İkizdere ilçesinin Eskencidere Vadisi.
Haramiler bir kez daha iş başındadır.
Günlerdir, kadınlar önde olmak üzere köylüler, topraklarına
taş ocağı yapmak isteyenlere karşı bedenlerini siper etmektedirler.
Ülkenin kaynaklarına, emeğine, alın terine çökmüş olanların gözü,
bu sefer İkizdere’dedir. İyidere’de planlanan Lojistik Merkezi ve Liman projesi
için İkizdere’nin Eskencidere Vadisi’nde taş ocakları açılacak, bir yıl içinde
yaklaşık 16 milyon ton taş, açılacak bu ocaktan 30km ötedeki limana
taşınacaktır!
Bu, 30 km boyunca harap edilecek doğa, kesilecek ağaç, talan
edilecek orman demektir. Patlayan binlerce dinamit, durmaksızın çalışan taş
kırma makineleri, ekskavatörler; on milyonlarca kepçenin kalkıp inmesi, 1
milyon kamyonun 30km boyunca gidip gelmesi, vadiden kuş sesleri yerine dinamit
seslerinin yükselmesi...
Dağlar yarılacak, tepeler yok edilecek, şelaleler kuruyacak,
dereler susuz kalacaktır; kurdun, kuşun yuvası dağılacak; börtünün, böceğin,
arının yaşamı sönecektir…
* *
*
Günlerden 5 Mayıs.
Sayıları fazla olmayan İkizdereli köylüleri yine
yamaçlardadır.
Karşılarında bölük bölük jandarmalar vardır.
İş makineleri toprağı, suyu, ormanı ve kayayı birbirine
karmakta; çeklere, senetlere ve banka hesaplarına tahvil etmek üzere harıl
harıl çalışmaktadır.
Vadi kapatılmış, yollar tutulmuş, köylülerin önü kesilmiştir.
Asırlardır oraları yurt edinmiş; cümle ormanların, vadilerin,
derelerin paydaşları; kurtların, kuşların, ceylanların sözcüleri köylüler
barikatın önünde beklemektedir.
Çok geçmeden vadi, bağrışmalarla çalkalanır:
- Şirketi buradan çıkarırsanız biz gidiyoruz.
- - Sokağa
çıkma yasağı vardır, biz buraya bilerek gelmişizdir!
- - Bize ceza
kesebilirsiniz!
- - İsterseniz
alabilirsiniz!
- - Belki de
tutuklarsınız bizi, onu da bilmiyoruz.
-
- İsterseniz
alın bizi!
- - Dövebilirsiniz
de…
- - Aynen.
- - Falakaya
da yatırabilirsiniz!
- - Aynen.
Birden bir kadın sesi duyulur vadide.
Ardından, iri gövdesiyle bir adam atılır ileriye:
Kollarını, yuvasını savunan bir kartalın kanatları gibi iki
yana açar, havaya kaldırır.
Öyle bir dalar ki ciğerlerini, gök gürler gibi vadiye vadiye
vurur kelimeleri dişleri arasından, haykırır. Öylesine acılı, öfke dolu, direngen:
- - Direniş varsa umut da var!
Dağ, taş inler; Eskencidere Vadisi’ndeki ağaçların
yaprakları titrer; sedir ağaçları, meşe palamutları, ıhlamurlar, köknarlar
arasında yankılanır ses.
Dağ keçileri pür dikkat kesilir, bir ceylan kulaklarını diker,
dinler. Suyun içinde, kızıl benekli balıklar kıpraşır; karatavuklar şaşırır;
sincaplar palamut kabuklarını kemirmektedir, durup kulak verirler…
Vadiden akseden çığlığa, başka bir ses gürleyerek eşlik eder:
- - Ferman padişahınsa dağlar bizimdir!
Hep bir ağızdan tekrarlanır söz:
“Direniş varsa, umut da var.
Ferman padişahınsa dağlar
bizimdir!”
Dağ, taş; börtü, böcek; canlı, cansız hepsi duyar bu sesi.
Bir tek hükmedenler duymaz; emir verenler, iş görenler; bir de
cümle kanun hükmündekiler…
* *
*
Karadeniz yorgun.
İkizdere bulanık akıyor bugünlerde.
Feryat figan çığlıkları kulakları tırmalıyor Eskencidere’nin.
Ağaçlar nefesini tutmuş, şelaleler tedirgin akmakta,
hayvanlar ise ürkek; arılar kovanlarını arıyor; balıklar sularını, ceylanlar
yuvalarını…
Yollar tutulmuş, ağaçlar devrilmiş; dereler taş, toprak, kaya
ile dolmuş.
Beride Cevizlikli, Gürdereli kadınlar; alınları akça pak,
yürekleri öfke dolu, gözleri toprak ana gibi berrak.
Ama yaşlı, ama genç; elleri değnekli; çoğu yazmalı,
peştamallı, leçekli.
Havada dronlar uçmakta, yedekte helikopterler; geride greyderler,
dozerler.
Hepsi hazıroldalar!
Bir yanda kılıç, kalkan, biber gazı, cop, tüfek; bir yanda
kanunlar, kanun hükmünde talimatlar, acele kamulaştırmalar…
Dağın yamacında köylüler; Hüsniye Teyze, Nuran Ana, Dursun
Emmi…
Çığlıklar birbirine karışmakta, aradan bir ses duyulmakta; “alın bizi alın bizi ” diye bağırmakta!
Ne korkudan eser var yüzlerinde, ne de yılgınlıktan bir iz;
cesaret bulaşmıştır bir kez sözcüklerine.
Kelimeler bir bıçak gibi saplanıyor benim de yüreğime;
Eyy Kalapotamos’un yurdu!
Ey Rize, İkizdere, Eskencidere!
Havaya, toprağa ve suya yakılmakta olan bir ağıt var oralarda.
Belki de bir söz var; börtüye, böceğe, kuşlara ve ağaçlara
verilmiş bir söz!
Görüyorum, orada bir direniş var.
Bir kez daha anlıyorum, direniş varsa, umut da var!
* * *
Şimdilerde bahar.
Seferihisar’da, deniz kıyısındayım.
Samos Adası’nın tam karşısındayım.
Aklımsa Ege’yle Karadeniz arasında.
Kapıyorum gözlerimi.
Rize’nin dağlıklarındayım.
Öce Köyü’nden bir çocuk geliyor aklıma.
Göğsümde bir taş, dilimde yanık bir türkünün sözcükleri.
Kelimeler, durmaksızın oyun oynuyor haramilerin sofrasında:
“Oy dere, İkizdere
Söyle akışın nere?”
https://t24.com.tr/yazarlar/yusuf-nazim/oy-dere-ikizdere,30990