Radikal/23 Mayıs 2013
Gidiyorlar…
Karanlıklar
içinde, yabanıl bir ormanın derinliklerinden sıyrılarak... Havada meşe
palamutlarının, ceviz ağaçlarının kokusu. Dağlarda kar altında, vadilerde
yağmur, arada sulu sepken... Dar patikalardan geçip buz gibi dereleri aşarak; taşların ve kayaların üzerinden sekerek gidiyorlar. Arkalarında, üzerinde
“barış, özgürlük, insanlık” adına tuhaf sözler yazılı bir manifesto bırakarak…
28 Mayıs 2013, Gezi Parkı'nda dozerler |
Eski kartpostallarda
bir anı olarak kalmaya mahkum suretleri; Altın Boynuz’da, bir çırpıda
çiziliveriyor silueti Süleymaniye’nin… Rüşvet ve komisyon pazarlıkları
bastırıyor ezan seslerini... İştahla pusuda bekliyor inşaat şirketleri.
Televizyon kanalları birbiriyle anlaşmalı, şatafatlı reklamları yayınlanıyor
her gün. Boyalı, sırıtkan yüzleriyle endam ediyor sanatçılar; ekolojik
evler, doğa dostu konutlar, depreme dayanıklı inşaatlar için güven telkin
ediyorlar durmaksınız. Beş yıldızlı oteller diziliyor Boğaz’a boncuk boncuk, şeyhler,
prensler ağırlansın diye; Ritz Carlton, Swissôtel, Four Seasons, Conrad…
Gidiyorlar…
Ardıçların
ve yaban armutlarının, meşe ve palamutların, ceviz ağaçlarının arasından
hayal meyal sızarak. Arkalarında, hayatın onlara bıraktığı yanıtsız sorular; tanrılara
böylesine meydan okumaları nedendi? Bu kadar cesur muydular, yoksa korkak mı?
Bir katile ait olabilir miydi gözlerindeki çocuk gülüşleri? Dillerinden
düşmeyen o tılsımlı sözler de neyin nesiydi?
Ya bize kalanlar?
Tuzla’da tersane tersane dolaşan ölüm? Ya ciğerleri slikozise doymuş Mardinli emekçiler?
Saati 3 lira 33 kuruştan, naylon çadırlarda cayır cayır yanan Vanlı inşaat işçileri…
Tahıl
tankerleri bekleşiyor limanlarda. GDO’dan arınmak için üniversiteden
üniversiteye dolaşıyor uzman raporları. Peki ya, hapishanelerin izbe
karanlıklarında kirlenen bir ülkenin vicdanı? O, duvarları sağır sübyan
koğuşları? Pozantı’nın mağdur çocukları?..
Mecliste
fazla mesaide komisyonlar. Ertesi gün Resmi Gazete’de bir haber; yumurta ithalatından
alınan bilmem ne fonu şu kadar puan düşürülmüş!. Limanlar dolup boşalıyor bir
anda. Fonlar çözülüyor bankalardan, türedi zenginler çoğalıyor bir gecede… Hafta
sonları Polonya’ya ördek avına gidiyor gazete patronları. Kumarhaneleri tıklım
tıklım, gece kulüplerinde, damarlarına eroin basıyor gençler...
Toprağın,
havanın ve suyun büyülü dünyasından çıkarak… İncir ve asma ağaçlarının
gölgesinde, efil efil bir rüzgarın serinliğinde; tepelerden tepelere, kadınlı, erkekli gruplar halinde ince bir ip gibi dizilerek…
Fotoğraf : Hasan Cemal |
Yeni bir devr-i saltanata dönüşüyor zaman. Kasımpaşa Stadı’nın ismi ne oldu? Rize’de açılan üniversitede kimin mührü var? Belediye başkanları mütemadiyen tabela asma yarışındalar. Üniversitelerin, parkların ve camilerin yaldızlı isimlerinde yeni şahlar, padişahlar peydahlanıyor. Ne kadar ihale peşinde bürokrat, mafyacı milletvekili, silah tüccarı emekli paşa varsa, hepsi de yüce yargıya sığınmış, hepsi de öylesine rahat. Üstelik hepsi bayrak düşkünü, ülkesi ve milletiyle bütün, hepsi büyük vatansever!..
Saksıda
büyür olmuş artık kiraz ağacı, nar ağacı; gizlice kanına giriyor insanlığın
genetiği değiştirilmiş organizmalar. İki bin yıllık Allianoi’yi de gömdüler. Batman’da, sular altında kalacak Hasankeyf. Munzur’a da kelepçe vuracaklar. Fırtına Vadisi
derseniz, şimdi sessiz akıyor suları. Artvin’de Metin Lokumcu’ya nasıl kıydılar…
2021’e kadar yetecek biber gazımız bile var. Ne kadar da ilerideyiz teknolojide;
yatak odalarına kadar girmiş telekulak. Düşmana inat Patriotlarımız, sokak
çocukları için mobesa kameralarımız var...
Fotoğraf : Hasan Cemal |
Gidiyorlar…
Kuş
uçmaz, kervan geçmez dağların doruklarından, kına yeşili vadilerin
eteklerinden, geçit vermez uçurumların sarp yamaçlarından ipince bir bulut gibi
süzülerek…
Sanki
başka ve esrarengiz bir dünyadan gelmişler gibi. Sanki görünmeyen, gizli bir
hayatın gecikmiş yolcuları gibi…
Sahi,
nereden gelmişlerdi? Niye buradaydılar? Nasıl dehşetengiz bir yangının
savurduğu alazın izleriydiler? Ülkeleri yok muydu? Sebepsiz bir yanlışa dair
miydi hayalleri? Niye hep çocuk yaşlarında kuruyorlardı en olmayacak düşlerini?
Ecelsiz bir ölümden miydi yoksa hep rehberleri?
Kumkapı’da,
parmakları kemani, kara gözleri ceylani, hicaz makamından bir çocuğun sese
dönüşüyor bakışları. Balat’ta bir çingenenin ağıtları duyuluyor. Bir başkasının
toprağı kazıyor, etten ayrılıyor tırnakları; Sulukule’nin ise gözü yaşlı. Cümle bölücüler iş
başında; mahalle mahalle, semt semt, varoş varoş bölüyorlar şehirleri; özel
okullar, özel hastaneler, özel yollar yapıyorlar; özel parklar ve bahçeler... Bir de şaşaalı
isimler takıyorlar; yenilikçi tasarım, modern şehir planlama, kentsel dönüşüm diye...
Kentsel
dönüşümle vurgun yemiş gibi eski semtler; boyunları bükük, korkuyla bekleşiyor.
Hep göç ve sürgün düşüyor paylarına, hep acı ve keder. Bir bir sınıf atlıyor
sokaklar. Sürüler halinde, durmaksızın şehir dışına itiliyorlar aşağı kentin
yoksulları.
Kim bilir,
kaç nesil ne sevinçler birikmiş bu sokaklarda, kaç nesil hüzünler durağı bu semtler. Sorsan, kaç neslin izi vardır Fener’in eski Rum evlerinde; kaldırımlarında
çengiler, ellerinden darbuka, nefesleri ince saz. Gitti, işte eski Sultanahmet, Beyazıt,
geride ne kaldı? Yavaş yavaş ruhunu kaybediyor Zeytinburnu, işte Ayvansaray, işte
Tarlabaşı ve Balat; işte bu şehrin geride kalanları…
Gidiyorlar…
Sanki
film durmuş, Akira Kurosava’nın düşlerinden fırlamış, çıkagelmişler gibi;
kolları meşe dalı, gövdeleri köknar, saçları söğüt; sanırsın toprağa ve yeşile
vurgun; kaşları kara, saçları belikli kız, bakışları yağız delikanlı..
Adını
söylemeyi unuttum; HES’e karşı toprağında kalabilmek uğruna ineğini satan Salarha
Vadisi’nden Kazım şimdi nerede? Munzurlu Yörük ana, Karaçamlı Fatma, Köknarlı
Recep, Çineli Gülşen nerede kaldılar? Panzerler, bölük bölük bir vadiye
püskürtürken köylüleri, Senozlu köylünün kalbine zerk edilen acıya ne oldu?
Peki ya, Fatma Nine’yi bir dağın başında soluksuz bırakan zehir?
Sonunda gidiyorlar…
Tek bir
çakıl taşına dahi tamah etmeden. Ceplerinde tek bir dolar, tek bir lira dahi taşımadan.
Derin vadilerin ıssız koyaklarından, sisler içindeki ormanların
serinliklerinden, sazlıklar ve fundalıklar arasından ilerleyerek gidiyorlar...
Solaklı Vadisi (04.11.2011) |
Oysa, acılar
içinde hala Anadolum! Kim bilir, kimlere yar olacak Kaz Dağları, Toroslar,
Karadeniz; Efem Çukuru, Loç Vadisi, Büyükdere, Munzur? Hilmiye ninenin
etlerinde lime lime büyüyen ağrı? Üç parça HES için toprağa ve suya sinsice celp
edilen ölüm? Fırtına Vadisi, Solaklı, Gerze, Tortum!..
Gözümüz
aydın! Gözümüz aydın!
Onlar
kalıyorlar…
Yusuf
Nazım
Twitter :
@yusufnazim
http://www.radikal.com.tr/yorum/gidiyorlar-1134600