Çaykara Derebaşı Virajları (Foto : Bülent Altuncu) |
Evrensel, 24 Ekim 2012
Yazın başında köydeki evden çıkıp, bir sonraki güzün eve giren mısır tanesinin öyküsünün belgeselini çekmeye çalışan arkadaşımı, daha güz gelmeden, mısır tanesini eve koyamadan m
ahpusa koydular.
Yazın, 2500 'lı tepede, şu an üzerinde oturduğum taştan biraz daha yukarda bir yerde, adeta bir bulutun içinde oturup beklemiştik sisin çekilmesini. Çocukluğumuzun içinden geçtiği “Derebaşı Virajları" nı, çocukluğumuz kadar uzak bir yerden tekrardan görebilmek, fotoğraflayabilmek umuduyla…
İki saat beklemiş, sisin çekileceğinden umudumuz kesildiğinde gerisin geri dönmüştük. Mısır tanesinin öyküsünü işte o zaman anlatmıştı bize Murat..
İki ay sonra, mısır taneleri evlerinde ama O mahpustayken tekrar gittim oraya! Bizi terör örgütü üyesi yapan nedenden dolayı; çocukluğumuzu daha net görebilmek ve anlatabilmek için. Rusların kazma kürekle inşa ettiği, yüzyıldır yıkılmayan taş duvarları izlerken, sesleri vadinin derinliklerinden uğuldayarak gelen HES yapımında çalışan dozerlerin “Derebaşı”ndaki toprağa inen her darbesi, beynimim derinliklerine işleye işleye, acısı kalbimi eze eze izledim çocukluğumu.
Ve işte o zaman anladım suçumu!..
Çünkü onlar, hayatı paradan ibaret görüyorlar. Oysa “Derebaşı Virajları” bizlere hayata dair neleri öğretmedi ki; doğa karşısında ki zayıflığımızı mesela… Korktuklarında, virajları tırmanan Thames marka kamyonların şoför mahallinden bagajına uzatılmış hoparlörlerinden gelen Kur’an sesine odaklanıp Tanrı’ya sığınmayı bu virajlar öğretti onlarca nesile. Şehir çocukları, mahallelerinde bisiklet binerken bizler, kamyon kasalarından aşağıya atlayıp, viraj aralarını kestirme yoldan dikey olarak çıkmayı e kamyonla yarışırken kendine güvenmeyi buralarda öğrendik…
Demirkapı’daki taş yolun, insanlar tarafından büyük kayalardan küçük küçük parçalar koparılarak yapıldığını duyunca, insanoğlunun gücünü; isterse dağları bile delebileceğini; virajı tek seferde dönemeyip geri gelen kamyonun dingil tekerinin yolun aşağısına kadar sarkıp havada kaldığı anda kasanın en arkasında olmanın verdiği heyecanı, risk alma duygusunu; yağmurda ıslanmanın verdiği ferahlığı, Ağustos sıcağında, kavurucu güneş altında insanın içinin ısınışını, üzerimizi kaplayan kesif sis tabakasının ıslaklığında, brandanın altına toplanıp birbirine sokulurken hissedilen insan sıcaklığını…
Son virajdan sonra, şoför mahallinde değiştirilen kasetten gelen sesle kemençenin, aslında yaylaların sesi olduğunu, yaylalardan aşağı inerkense, gittikçe artan derenin uğultusunun Karadeniz köylerinin sesi olduğunu…
Şimdi bu vatanı satmak ve bu vatan üzerinden rant sağlamak isteyenler sıcak evlerindeyken, bu dağları aşmak için kayaları delip yol yapan, fotoğrafta görüldüğü gibi patikaları hala silinmemiş gözüken neslin çocukları içeride!. Hem de, sadece ve sadece bir aşk uğruna; toprağın ve suyun aşkı uğruna… Bizler bu dağları HES’leri yapanlar ve savunanlar gibi parası için sevmedik. Bizler bu dağları her türlü kahrına rağmen verdiğimiz emeklerimiz için sevdik; taşına, toprağına, otuna, suyuna her şeyine binlerce yıldan beri verilmiş bir emekle sevdik ve sevmeye devam edeceğiz.
Bilinmeli ki, bu dağları delen neslin evlatları, binlerce yıllık sevdalarını asla satmayacak, sattırmayacak; bu dağların yamaçlarında, mısır tanesinin öyküsü anlatılmaya devam edecek...
Yazın, 2500 'lı tepede, şu an üzerinde oturduğum taştan biraz daha yukarda bir yerde, adeta bir bulutun içinde oturup beklemiştik sisin çekilmesini. Çocukluğumuzun içinden geçtiği “Derebaşı Virajları" nı, çocukluğumuz kadar uzak bir yerden tekrardan görebilmek, fotoğraflayabilmek umuduyla…
İki saat beklemiş, sisin çekileceğinden umudumuz kesildiğinde gerisin geri dönmüştük. Mısır tanesinin öyküsünü işte o zaman anlatmıştı bize Murat..
İki ay sonra, mısır taneleri evlerinde ama O mahpustayken tekrar gittim oraya! Bizi terör örgütü üyesi yapan nedenden dolayı; çocukluğumuzu daha net görebilmek ve anlatabilmek için. Rusların kazma kürekle inşa ettiği, yüzyıldır yıkılmayan taş duvarları izlerken, sesleri vadinin derinliklerinden uğuldayarak gelen HES yapımında çalışan dozerlerin “Derebaşı”ndaki toprağa inen her darbesi, beynimim derinliklerine işleye işleye, acısı kalbimi eze eze izledim çocukluğumu.
Ve işte o zaman anladım suçumu!..
Çünkü onlar, hayatı paradan ibaret görüyorlar. Oysa “Derebaşı Virajları” bizlere hayata dair neleri öğretmedi ki; doğa karşısında ki zayıflığımızı mesela… Korktuklarında, virajları tırmanan Thames marka kamyonların şoför mahallinden bagajına uzatılmış hoparlörlerinden gelen Kur’an sesine odaklanıp Tanrı’ya sığınmayı bu virajlar öğretti onlarca nesile. Şehir çocukları, mahallelerinde bisiklet binerken bizler, kamyon kasalarından aşağıya atlayıp, viraj aralarını kestirme yoldan dikey olarak çıkmayı e kamyonla yarışırken kendine güvenmeyi buralarda öğrendik…
Demirkapı’daki taş yolun, insanlar tarafından büyük kayalardan küçük küçük parçalar koparılarak yapıldığını duyunca, insanoğlunun gücünü; isterse dağları bile delebileceğini; virajı tek seferde dönemeyip geri gelen kamyonun dingil tekerinin yolun aşağısına kadar sarkıp havada kaldığı anda kasanın en arkasında olmanın verdiği heyecanı, risk alma duygusunu; yağmurda ıslanmanın verdiği ferahlığı, Ağustos sıcağında, kavurucu güneş altında insanın içinin ısınışını, üzerimizi kaplayan kesif sis tabakasının ıslaklığında, brandanın altına toplanıp birbirine sokulurken hissedilen insan sıcaklığını…
Son virajdan sonra, şoför mahallinde değiştirilen kasetten gelen sesle kemençenin, aslında yaylaların sesi olduğunu, yaylalardan aşağı inerkense, gittikçe artan derenin uğultusunun Karadeniz köylerinin sesi olduğunu…
Şimdi bu vatanı satmak ve bu vatan üzerinden rant sağlamak isteyenler sıcak evlerindeyken, bu dağları aşmak için kayaları delip yol yapan, fotoğrafta görüldüğü gibi patikaları hala silinmemiş gözüken neslin çocukları içeride!. Hem de, sadece ve sadece bir aşk uğruna; toprağın ve suyun aşkı uğruna… Bizler bu dağları HES’leri yapanlar ve savunanlar gibi parası için sevmedik. Bizler bu dağları her türlü kahrına rağmen verdiğimiz emeklerimiz için sevdik; taşına, toprağına, otuna, suyuna her şeyine binlerce yıldan beri verilmiş bir emekle sevdik ve sevmeye devam edeceğiz.
Bilinmeli ki, bu dağları delen neslin evlatları, binlerce yıllık sevdalarını asla satmayacak, sattırmayacak; bu dağların yamaçlarında, mısır tanesinin öyküsü anlatılmaya devam edecek...
Hidro elektrik santrallere (HES) kurban edilmek istenen bu cennet köşesinden kareler :
Köknar Yaylası - Adnan Zeki Çelebi |
Soğanlı 2 Geçidi - Adnan Zeki Çelebi |
Tüfekçi Köyü - Adnan Zeki Çelebi |
Derebaşı Virajları, Çaykara, Tortum |
"Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde;
beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.."
-Kızılderili
Atasözü-