Özgür Gündem /16 Haziran 2012
İşte geldim sana Amida! Yüreğimde, sınırsız bir kardeşlik
hasretinin şarkısını söyleyerek dayandım kapılarına. Sana olan dayanılmaz özlemimi
gidermeye geldim sonunda...
Şimdi, kaybettiğim düşlerimi arıyorum sende. Bizi ortak bir
hayata bağlayan düşlerimizi. Bereketli topraklarında yüzyıllardır onulmaz
cefalarla korkusuzca büyüttüğün, uğruna nice bedeller ödediğin, bir büyük insanlık
hayaliyle bu yeryüzü cennetine sayısız hayatlar bağışladığın düşlerini arıyorum
senin Amida.
Sur diplerinde çocuklar, telaş içinde koşuyorlar, yorgun
suretlerini yüzlerinde ağır bir dünya yükü gibi taşıyarak. Biliyorum, siftahsız
gitmemek evlerine biricik hayalleri. Büyümüş de sanki küçülmüş figürleri gibi bu hayatın; öylesine sessiz, öylesine masum. Bakışları, sanki hayal içinde hayal
satıyorlar. Taş kaldırımlara uzuyor gölgeleri sere serpe.
Bilmiyorlar, niye yavuklu gibi onlara mesken oluyor dağlar.
Niye durduk yerde kaçakçıya, eşkıyaya çıkıyor adları. Niye düğün dernek yerine,
ölüm haberleri yer alıyor manşetlerde gençlerin.
Ahh, Amida! Bunlar senin çocukların mı yoksa? Gülüşleri eksik,
yürekleri ince.. Yolcuyum bu diyarda, keşke biraz daha kalabilsem
sende Amida. Keşke biraz daha bilsem seni, biraz daha tanısam, biraz daha
anlasam; hani o duvar diplerinde çocukları, yürekleri yangın yeri kadınları;
dertleri çok, dermanı yok, düşleri yarım kalmış genç kızları…
Amida’nın düşlerini arıyorum; ıssız
sokaklarında, bazalt taşlarıyla döşenmiş eski kaldırımlarında, birbirine
büzülerek sokulmuş, korkuyla nefes alır gibi gecekondularında…
Duyuyorum, sokaklar kendi dilinden başka bir dille
konuşuyor. Utangaç yüzlerini surlara gömmüş kondular mahzun. Kırık dökük
suretleri gibi dizilmişler duvar diplerine. Sanki ödünç aldıkları bir hayatı
yaşıyorlar. Nereden gelmişler, hangi kavmin geride kalan artıkları bunlar,
nasıl faili meçhul bir yangından sağ kurtulmuşlar? Hayalleri nerede unutulmuş?
Yaralı bir kente benziyor bedenim, yorgun. Ezeli bir
sessizliğe bürünmüş gibi taş avlular, sanki eski sahiplerini bekliyor. Hanlar
sokağında kalabalıklar dalga dalga çoğalıyor. Birden, bir çocuğun yenik
bakışlarında buluyorum kendimi. Ahhh o gözler! İri mavi gözlerinde yoksunluğun
diğer adı, buğulu gözler! Baktıkça içinde kaybolup gittiğim gözler. Kalbimin
gözleri, gelmiş geçmiş bütün kavimlerin gözleri; baktıkça yüreğimde kılıç
yarası gibi sıcak izler bırakan gözler... Mavi gözlü çocuk sur dibinde küçük adımlarla koşuyor. Belki de bir yanında
yaralı bir yürek taşıyor. Uzatıyorum ellerimi kaçıyor. Körpecik bedeniyle, küçük
çarpık bacaklarını birbirine vurarak uzaklaşıyor.
Amida’nın düşlerini arıyorum; Melik
Ahmet’te, Suriçi’nde, Hançepek’te..
Bir kadın! Yüreği yangın yeri, bakışları
meydan okur gibi, öfkeli ve mağrur. Bu dünyada kaybedecek neyi kalmış?
Kelimeler, keskin bir bıçak gibi diziliyor dudaklarına, sözleri alaz; Bir gece askeran
basmış köylerini. Gerisi ateş, gerisi barut, gerisi kan ve zulüm; gerisi
mezalim… Ansızın bitivermiş hayat. Kim bilir kaç asır tütün ekmiş, kaç evlat
vermiş o topraklara, kaç mezar bırakmışlar geride. Derelerine, tepelerine, taşlarına
el sürmüş, ter akıtmışlar; kına yeşili vadilerine, otlarına, ağaçlarına yüz
sürmüşler. Bir anda haram eylenmiş hayatları. Ne düşleri kalmış geride, ne de tutunacak
hayalleri. Amida’nın kollarına bırakmışlar bir gece hayatlarını…
Amida’nın düşlerini arıyorum surlarında; Keçi Burcu’nda, Mardin Kapı’da, Yedi Kardeşler’de...
Kenar semtlerine sığınmış her ev bir yangın, dokunsan her
insan bir hikaye, kapasan gözlerini her çocuk bir düş. Kime sorsam bu hayatın
yabancısı. Her cümlede bir kahır, her kelimede bir dert, her seste bir çığlık
gizli. Nasıl bir kasırgaya kurban hayalleri!? Hangi çelik yüzlü fırtınanın eseri
bu cehennem!? Kökünden kopararak onları dört yana savuran bu tufan hangi
tanrının öfkesi!? Meçhul bir yangının savurduğu sığıntılar gibi duruyorlar sur
diplerinde. Yüzlerinde eksik olmayan bu çığlık çığlığa suretler neyin nesi? Neden
böylesine avaz avaz bağırıyorlar ama hiç duyulmuyor sesleri. Geçtiğim yollarda
kalabalık yüzler. Kime baksam Amida’nın hayali, kime seslensem bu hayalden bir
eser, kime sorsam aynı düşün habercisi.
Amida’nın düşlerini arıyorum. Buzlupınar haşin haşin akıyor,
havada meşe ağaçlarının buram buram kokusu; dağlarda keklik ve ceylan sürüsü..
Göçer kadın dağ yolunda ağır ağır ilerliyor. Katır
sırtlarında dünya yükü, avurtları çökmüş, kaşları kara, gözleri çukurunda; “Zorluk
içindeyiz oğul” diyor, “zorluk içindeyiz”.. Kara gözlerinden bulut bulut efkar
püskürterek. Onunla gurur duyduğunu söylüyor Amed. Tepeleri karlı beyaz, alaca,
dağlara dönüyor yüzünü, yürüyor…
Doruklarında Amida’nın düşleri mi saklı yoksa? Yollar
kıvrıla kıvrıla akıyor, göçer kadın dolana dolana ilerliyor, dağlar yüksele
yüksele beyazlanıyor.
Şimdi kalbim biraz daha suskun, biraz daha yaralı.. Çaresiz gözlerimle
bakıyorum ardından, öfkeyle önüme düşüyor başım. Sanki başka bir ülkenin
sokaklarındayım ben, kara gri gölgeleriyle sanki başka bir ülkenin sokakları
geçiyor üzerimden. Çaresiz kalbim üşüyor.
Amida’nın düşlerini arıyorum; On
Gözlü Köprüsü’nde, Deliller Hanı’nda, Surp Giragos’ta..
Kırklar Dağı yaralı, kendi kanını emiyor Dicle. Bıraksan
belki parsel parsel olacak Hevsel Bahçeleri. Eğilip dokunuyorum toprağa, kanlı,
yumuşak. Sıksan, cesetler fışkırıyor toprağından cesetler. Kimi sıska, kimi
şişman, kimi saçlı, saçsız; ince kalın kemikleriyle cesetler. Daracık
yollarından geçiyorum; eski hanlarından, kervansaraylarından... Havada ağır bir
hüzün kokusu. Surp Giragos Kilisesi ardına kadar açmış kapılarını
bekliyor. Dört ayaklı minareden her yana ezan sesleri yayılıyor, çan kulesi
ağır ağır yükseliyor; ilahiler, çan sesleri birbirine karışıyor. Gidenler yavaş
yavaş geri dönüyor, birbiriyle barışıyor. Kalbim, bin yıllık kardeşliğe hasret,
yürekli bir sabırla beklemeye devam ediyor.
Amida’nın düşlerini arıyorum. Kalbim meydan meydan dolu,
semt semt kalabalık, ev ev mahşer.
Eski yüzlü evlerin kuşkuyla göz kırptığı daracık sokaklardan
geçiyorum. Ardımda, Hançepek’in kırık bakışları. Yüreğimin çengelinde henüz
sorulmamış soruların esrarengiz gizi. Birden bire duruyorum! Aklımda sur içinde
kaybettiğim çocuk; küçük çarpık bacakları, kahverengi saçları, derin mavi
gözlerinde buğulu, masum bakışları… İşte aradığım bu! İşte bana yol gösterecek
ışık, işte beni geleceğe taşıyacak cesaret! İşte kalbimdeki henüz soğumamış o
umut; işte sokak sokak aradığım Amida’nın düşleri…
Twitter : @yusufnazim