T24 | 7 Aralık 2019
Orada, öylece durmuş bana bakıyordu.
Masum bakışlarının ölümcül sessizliğinde büyüyordu
çığlıklarım.
Çaresizdim.
Sözcüklerim, bir romanın tarih öncesinden kalma cümlelerinin
esiri.
Yapamazdım!
Oysa o, “Beni
yazmalısın,” diyordu; “Beni
yazmalısın! Beni yazmalısın!”
Ya gözlerimi kapıyor, ya da başımı çeviriyordum.
* * *
Odamdayım.
Başımı kaldırıyorum; penceremde bir dut ağacı.
Altında bir duvar; Sarman kedinin güneşlenme yeri burası.
Sağ olsun komşu, yaz boyu tabak tabak yemişlerini taşıdı
bana.
Başı dik, dalları ihtişamlı, yaprakları iri mi, iri.
“Yazacaksın de mi”
diyor bana, “yazacaksın?”
Tacizciler, tecavüzcüler, çocuk
katilleri
Pis kokular geliyor.
Kokuşmuş bir bataklığın tam ortasındayız.
Ne yana dönsek mikrop, ne yana dönsek zehir, kötülük bulaşıcı
bir hastalık gibi yayılıyor.
Bataklık değil, adeta bir suç denizi içinde boğuluyoruz.
Her tarafta psikopatlar, ruh hastaları, linçciler,
tacizciler, tecavüzcüler, çocuk katilleri; ihaleye fesat karıştıranlar,
hırsızlar, rüşvetçiler, sınavlarda soru çalanlar, çaldıkları sorularla makam,
mevki kapanlar…
Kentleri betona boğanlar, şehirleri parsel parsel satanlar,
ülkenin mallarını karısının, kızının, baldızının üzerine yapanlar…
Anayasayı silah zoruyla değiştiren darbeciler, darbe
şakşakçıları, “bin operasyoncular,” “balığı yakalamak için denizi
kurutmaya” kalkanlar; katiller, ırza geçenler, işkenceciler…
Örneğin Roboski’de
çocuklara kıyanlar; 1 Mayıs 77’nin, Kahramanmaraş’ın, Çorum’un, Sivas’ın,
Madımak’ın katilleri; Susurluk’un elebaşları; Reyhanlı’nın, Suruç’un, Ankara
Garı’nın; yüzlerce, binlerce meçhul ölümün failleri…
Hepsi, ama hepsi serbest!
Hepsi içimizdeler!
Elini kolunu sallayarak dolaşıyorlar.
Peki, kimler aramızda değil?
Kimler, cezaevlerinin iki kişilik, nemli hücrelerinde ömür
tüketiyorlar?
Parti başkanları, milletvekilleri, seçilmiş belediye
başkaları, meclis üyeleri…
Onlar hapisteler!
Örneğin gazeteciler; üstelik beş yıllık, on yıllık, kırk
yıllık gazeteciler; yazarlar, bilim insanları, akademisyenler, sanatçılar,
aydınlar, roman yazarları, karikatüristler; kendilerine kumpas kurulan
askerler, rektörler, siyasetçiler; itiraz edenler, haksızlığı görüp yüreği çarpanlar,
eleştiri yapanlar, tivit atanlar...
Ya cezaevindeler...
Ya da yıllarca yatıp çıkmışlar...
Ya da halen mahkeme kapılarındalar!
Ya da yıllarca yatıp çıkmışlar...
Ya da halen mahkeme kapılarındalar!
* * *
Derken, sonbahar da gitti işte.
Sarılığı kaldı bize baki.
İçimde olur olmaz zamanlarda depreşen bir sıkıntı.
Çıkarıp atmak istiyorum.
Mandalina bahçelerinin arasında yürüyorum. Sarı bir örtü
gibi ağaçların altı. Borcu, harcını kurtarmıyor çiftçinin, dalında çürüyor
mandalinalar bu sene.
Bir zeytin ağacının önünde duruyorum. Bin yıllık mı desem,
daha fazla mı yoksa?
Gövdesi vakur, dalları abide, kendi tarih.
Hafif bir yel esiyor, yaprakları arasında püfür püfür bir rüzgâr,
bir ses uğulduyor;
“Yazmalısın,
yazmalısın, yazmalısın!”
Yeter ki çocuk öldür, insan yarala,
cinayet işle, katil ol!
Haberler usturupsuz, ışık hızında akıyorlar.
Manşetlerse tacizkâr!
İçişleri bakanı hak savunucularına, adalet arayıcılarına,
barış isteyenlere göz açtırmıyor; milletvekillerini, belediye başkanlarını,
siyasetçileri cezaevine tıkmakta ise pek cevval!
Yeter ki sözünü barıştan yana kur, yeter ki tivit at, yeter
ki savaşa karşı ol!
Gör bak, nasıl bir sürek avının pençesindesin!
Bekle gör, sabahın ayazında kimler çalacak kapını!
Yok, eğer 8 yaşında bir çocuğun katiliysen, o zaman rahat
ol.
Örneğin, daha iyi bir cezaevine gitmek isteyebilirsin; kapalıdan
açık cezaevine kolayca geçebilirsin; iyi halden izin bile alabilir, izne
çıkıp 20 yaşında bir çocuğu öldürebilirsin!
Olağan işlerdendir bunlar. Söz dediğin nedir, hükmü üç gün
sürmez. Pek muhterem devlet büyüğümüzün deyişiyle “eleştirmek ise öleni geri
getirmez.”
Yeter ki sakin ol, söz dinle!
Eğer ki bu ülkede, elini kolunu sallayarak dolaşmak, huzur
içinde yaşamak istiyorsan, örgütlü olma, siyaset yapma!
Yeter ki dağıt suratını, kolunu kır gazetecinin!
Yeter ki çocuk öldür, insan yarala, cinayet işle, katil ol!
Örneğin git CHP genel başkanı Kılıçdaroğlu’na yumruk at,
linçe kalk; ya da genel başkan yardımcısı Bülent Tezcan’ın ayağına kurşun sık!
Akademisyeni, bilim insanını tehdit et örneğin; “direklerde sallandıracağız, kanlarında banyo
yapacağız” de, TV kanallarından hedef göster, nefret kus!
Örneğin başkentin ortasında, bir mezarlıkta, ölü bir Kürde,
bir mezarı bile çok gör, ölüsünü sürgün et!
Kıssadan hisse; açsan, aç kal; zam yapılmamışsa maaşına,
çalıştığına şükret; işsizsen camiye git, dua et!
Elinden alınmışsa ekmeğin, asla geri isteme!
Haksızlığa uğramışsan sus, işinden atılmışsan ses etme; git evinde otur, elinde dövizle dikilme sokakta!
Haksızlığa uğramışsan sus, işinden atılmışsan ses etme; git evinde otur, elinde dövizle dikilme sokakta!
Derdin varsa, sakın sokağa çıkma; pankart açma, basın
açıklaması yapma, gösteri hakkını kullanma!
Grev mi yapmak istiyorsun örneğin?
Çalışma huzuru bozacaksın demektir, sakın yapma!
Çalışma huzuru bozacaksın demektir, sakın yapma!
Kadınsan, kadınlığını bil, kır dizini evinde, bol bol
çocuk doğur!
Hamileysen sokağa çıkma, kısa etek nedir, bilme; şort giyme; edebinle otur dolmuşta, kahkaha atma!
Atanmayan öğretmensen, emekliliğe takılmışsan, işinden
atılmışsan sakın ola, meydanlara çıkma, pankart açma, gösteri yapma!
Deniz fısıldıyor bana
İzmir’de hava güneşli ve sıcak.
Yavaş bir kentin ıssızlığındayım.
Ceren Özdemir ise
soğuk toprağın altında.
Cezaevi firarisi, "iyi halli" bir çocuk katilinin nefretine
kurban gitti o.
Üzerimde, sebepsiz bir ağırlık.
Deniz çağırıyor beni.
Gidiyorum.
Orada, bir palmiye ağacı.
Altında ben!
Karşımda Samos Adası.
Havada buram buram yosun kokusu, dalgaların kumsalda pul pul
çırpınışları.
Deniz fısıldıyor bana; “onu
yazmalısın!” diyor.
Üstelik doğum günüymüş bugün onun.
Dönüyorum.
Bir martı sürüsü geçiyor üzerimden.
Sokaklarda kediler, sahipsiz kalmışlar yazdan, oyun oynuyorlar.
Bahçemdeki çitten, yediveren bir gonca gül firar etmiş, yan
tarafta kuş cıvıltıları.
Bir romanın, tarih öncesi sayfalarından sıyrılıyor
sözcüklerim.
Kaldırıyorum başımı, Ceren’i gözleri gözlerimde.
Ceren’in gözleri, bütün gökyüzümüzü kapatmış bir girdap gibi,
hepimizin üzerinde; bize bakıyor.
Nasıl yazmayayım?
Çok teşekkür ederim. yorumunuzu çok geç görebildim, hoş görün lütfen. Blogunuza baktım ama kaldırılmış.. Selam ve sevgiler
YanıtlaSil