T24 | 11 Aralık 2019
İki fotoğraf.
İki komşu ilden; biri Şırnak’tan, diğeri Batman’dan.
Aynı gün, peş peşe düştüler ekranıma.
Birbiri ardı sıra cam kırıkları gibi saplandılar her yanıma.
Bir süredir, bilgisayarımın açık sayfalarında bekliyorlar.
Neyi?
Bilmiyorum!
Elimdeki çalışmaya dönüyorum.
Olmuyor!
Şiir okuyor, Beethoven’i dinliyorum, araya bir şeyler sokuşturuyorum.
Faydası yok!
Alıp başımı, gidiyorum bir yerlere.
Nafile!
İçimde cam kırıkları, göğsümde bir yara!
Sırtımda bir hançerle dolaşıyorum sanki.
* * *
Ilısu Baraı altında kalacak Koçtepe Köyü |
Birinci fotoğraf Şırnak’tan.
Güçlükonak ilçesinin, Koçtepe
Köyü burası.
Şu ünlü, Ilısu Barajı’nın
ebediyen sulara gömeceği bir köy!
Tıpkı aynı kadere kurban gidecek, dünyanın bilinen en eski,
sürekli yerleşim yerlerinden biri olan 12.000 yıllık Hasankeyf ilçesi gibi…
Tıpkı 1’i belde, 105’i köy, 89’u mezra olmak üzere diğer 196 yerleşim merkezi gibi…
Tıpkı 1’i belde, 105’i köy, 89’u mezra olmak üzere diğer 196 yerleşim merkezi gibi…
Koçtepe, Ilısu Barajı’nın sular altında
bırakacağı ilk köylerden biri. Hemen baraj gövdesinin birkaç km ötesinde…
İkinci fotoğraf ise Batman’ın
İki Köprü Beldesi’nden.
Bir kadın.
Adı Hatice Taş.
İki Köprü Beldesi'nin seçilmiş belediye eş başkanı o.
Beldesini idare etmek üzere gittiği belediye binasının
önünde.
Binaya girmeye çalışıyor.
Girebiliyor mu?
Hayır!
Hayır!
Jandarma tarafından oluşturulmuş etten ve çelikten bir duvar
önünde öylece bekliyor…
Hatice Taş barikatı aşamıyor!
Koltuğunda, artık bir kayyımın oturduğu belediye binasına giremiyor,
görevini yapamıyor!
Baraj suları yükselirken, Çelik Köyü, Mardin. |
Hasankeyf batarken
Batman ve Şırnak.
Bin yıllardır aynı nehrin topraklarına su verdiği iki şehir.
Önümde ise iki şehirden iki fotoğraf.
İki fotoğrafta kurulmuş iki barikat!
İlki, binlerce yıldır kendi yatağında özgürce akan bir suyun
önüne çekilmeye çalışılan kumdan, harçtan, betondan mükellef bir barikat.
Dicle Nehri’nin önüne çekilen bir set, bir baraj o!
Suyun akışına değil, sanki tarihin akışına karşı örülüyor.
Üstelik nasıl bir tarih?
Binlerce yıldır Hasankeyf’in mağaraların el izlerini,
taşlarına ayak izlerini bırakan her yanı insan kokan bir tarih…
On binlerce, yüz binlerce yıldır Dicle Vadisi’ni renkleriyle
boyayan, ona seslerini veren, kokularını bırakan canlı bir tarih…
Bir süre önce set tamamlandı, barikat tamam artık!
Su ağır ağır yükseliyor…
Beton setin arkasında yapayalnız bırakılmış bir tarih, kendi
üzerine yığılıyor, gelmiş geçmiş cümle kavimlerin benzi yavaş yavaş soluyor.
Fotoğraf öyle çok şeyi anlatıyor ki…
Kimsesiz yollar, terk edilmiş evler, sönmüş bacalar, ıssız
merdivenler ve pencereler… Yerlerinden kopartılarak rastgele oraya buraya dizilmiş
maketlere benziyorlar.
Sanki avcısı tarafından yakalanarak parçalanmış, sonra da
canlı canlı bir mezara terk edilmiş, tarihin aynasında suskun gözlerle
seyircisine bakan natürmort bir resim gibi.
Daha çok kazanç, daha çok ayrıcalık, daha çok hegemonya
uğruna yaratılan 21.yüzyıl medeniyetinin estetizmi bu!
Batman Köprü Beldesi'nin yerine kayyım atanan belediye eş başkanı |
Kürt’ün barikatı
İkincisi daha da görünür; hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak
kadar açık ve net.
Etten, demirden, nefretten örülmüş bir barikata benziyor!
Bir kadının öznesinde, Kürt’ün iradesine, kimliğine,
varlığına karşı oluşturulmuş gibi duruyor…
Aslında o da, tarihin akışına karşı örülmüş denebilir.
Toplumların kendi kaderlerini kendilerinin belirleyeceği;
geleceklerini kendi iradeleriyle örecekleri eşit, özgür, insanca bir dünya
isteğine karşı kurulmuş bir barikat bu!
Silahların, savaşların, boğazlaşmaların olmadığı;
bayrakların indiği, sınırların kalktığı, cümle ötekileştirmelerin son bulduğu
bir yaşam özlemine karşı kurulmuş barikat!
Olabildiğince ürkünç, ibretlik, tehditkâr!
Ama düzenli, belirli bir plan dâhilinde, emir komuta zinciri
içerisinde…
Bütün edimlerini güçten, kibirden, üstencilikten almış olan;
boyun eğdirmeye şartlanmış görüntüsüyle, olası bir statüko değişikliği
talebini, her türlü yolla bastırmaya mubah bir hoyratlığı estetize ediyor.
Tarihe not, size dert olsun!
İki barikat!
Biri Kürt’e, diğeri suyun akışına karşı kurulmuş gibi…
Gerçekte öyle mi?
Sanki değil!
Sanki bütün insanlığa karşı kurulmuş gibiler...
Tesadüf mü, bilinmez!
Lakin her ikisi de Kürt’ün coğrafyasında.
Her ikisi de medeniyetin doğaya ve tüm canlılara karşı
kurduğu bir barikat…
Tabii ki salt medeniyeti suçlamıyorum.
Kapitalizmin medeniyeti bu! Serbest piyasa denilen bu kirli
çarkın, adını “medeniyet” koyarak insanlığa pazarladığı ucube sistemden
bahsediyorum!
İnsan beyninin yeteri kadar büyüyüp de, doğadaki diğer
canlılarla olan rekabetinde insan türünün, tartışmasız üstünlüğü ele
geçirmesinden sonra girdiği amansız, hoyrat, kanlı rekabetin yol açtığı sonuç
bu!
Mülkiyet baskın bir dünyada insan aklının bitkileri,
ağaçları, hayvanları; tüm doğayı kemirmesinin kaçınılmaz sonuçlarından en
önemlisi.
Kötüsü ve daha korkunç olanı, tüm insanların içine
bırakıldığı, üstelik “doğal” olduğu iddia edilen bir rekabet.
Bireylerin, halkların, toplumların, devletlerin birbiriyle boğazlaşmasına
sebep olan acımasız, amansız, vahşi bir yarış!
Sonunda diyeceğimi dedim.
Sırtımdaki bıçağı çekip çıkardım.
İçimdeki cam kırıklarını söküp attım.
Rahatladım!
Diyor ya yaşlı adam:
“Sizin yalanlarınızla, dolanlarınızla baş edemedim…”
Naçizane, benimkisi de biraz öyle.
Bu yüzden bir kez daha yazdım:
Tarihe not, size dert olsun!
https://t24.com.tr/yazarlar/yusuf-nazim/kurt-e-kurulan-barikat-ya-da-medeniyetin-estetigi,24790
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
yusuf.nazim1@gmail.com