Yusuf Nazım
T24 | 30 Aralık 2021
Kadınlar koğuşu kalabalıktı.
Demir mazgallar gürültüyle açıldı.
Yanında, vahşi köpeğiyle binbaşının gölgesi beton zeminin üzerinde sivri bir
hançer gibi uzadı.
İçerdekiler hep birden ayağa
kalktı. Binbaşı, kalabalığın arasında sert adımlarla yürüdü, tavırları küstahtı.
Hoyrat, kıyıcı bakışları kalabalığın arasında tek bir kişinin üzerinde
kilitlendi.
Kadın on dokuz yaşındaydı. Ayaktaki
kalabalığın arasında, oturduğu yerde kıpırdamadan durdu! Gözlerinde, aylardan
beri işkence görmüş, gururu kırılmış, ruhu incinmiş olmanın öfkesi vardı.
Omuzlarını düzeltti, meydan okur gibi binbaşıya dimdik baktı.
Faşizmin, ülkede yeşil bir kasırga
gibi estiği yıllardı. Darbeciler tarafından üniversite sıralarından alınmış Diyarbakır
zindanlarına atılmıştı.
Hani şu, insanların lağımlarında
fareler gibi süründürüldüğü, dışkı yedirildiği, salt bu yüzden kimi mağdurların
hapis sonrası dişlerini çektirdiği, işkencenin akla hayale gelmeyecek her
türünün denediği Diyarbakır Zindanları...
Genç kadın eğilmedi. İki yıl
yattı, çıktı. İzmir’de iletişim, halkla ilişkiler ve gazetecilik okudu.
Gazetecilik, yazı işleri müdürlüğü, yayın koordinatörlüğü yaptı. Gazete
çıkardı, kadın hareketi içinde yer aldı, hak savunuculuğu yaptı, belediyelerin
sosyal projelerinde çalıştı.
Yıllar içinde evlendi, anne oldu.
Çalışkanlığı, sabrı, güçlü iradesiyle halkının gönlünü mest etti. 2007’de
Diyarbakır, 2011’de Siirt’ten bağımsız milletvekili seçildi. 2014 seçimlerinde,
dünyanın en büyük Kürt nüfusunun yaşadığı Diyarbakır şehrinin halkı, %55 oyla onu,
kenti yönetmesi için belediye başkanı seçti.
12 Eylül darbecilerinin,
Diyarbakır Zindanlarında köpek kulübesine kapatmasından tam 36 yıl sonraydı;
Türkiye ‘demokrasisi’ onu belediye başkanlığı koltuğundan aldı, bir kez daha cezaevine
kapattı.
Adı Gültan Kışanak; beş yıldır
cezaevinde…
Ankara’nın Eylül akşamları bazen
ruhsuz olur. 78 yaşında hayata veda eden kadın, vasiyeti üzerine evinin
penceresinden seyretmeye alıştığı İncek Mezarlığı’na defnedilecektir.
Kalabalık, merhuma son görevini
yerine getirme telaşındadır. Cenaze son yolculuğuna uğurlanmak üzere mezara
indirilir, üzeri toprakla kapatılır. Tam bu esnada, bir saattir mezarlıkta
peydahlanan serseri bir gürûh, ağızlarında kin ve nefret çığlıklarıyla yaklaşmaktadır.
Havada taşlar, sopalar uçuşmaya
başlar. Gözü dönmüş kalabalık Alevilere, Kürtlere, Ermenilere karşı galiz
küfürler eşliğinde saldırıya geçerler. Birçok milletvekili, siyasetçi, belediye
başkanı da oradadır. Saldırgan gurup mezarlığa bir Kürt’ün, Alevi’nin ölüsünü
gömdürmek istemez. Ardından mezara saldırır, söküp parçalamaya çalışırlar.
Ölen kişi bir Kürt Alevi’si olan Hatun Tuğluk’tur. Kızı, izinli olarak cezaevinden çıkıp gelmiştir. 78 yaşındaki annesinin, topraktan alelacele çıkarılarak kaçırılır gibi götürülüşüne tanık olur. Cenaze, yakınları ve sevenleri tarafından Dersim’e götürülerek orada defnedilir…
* * *
İstanbul’da hukuk okumuş,
avukatlık yapmıştı. İnsan Hakları Derneği üyesi, Yurtsever Kadınlar Derneği
kurucusuydu. Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı Yönetim Kurulu Üyeliğinde
bulunmuş, Demokratik Toplum Partisi kurucu eş başkanlığını yapmıştı. 2007’de
Diyarbakır, 2011’de Van’dan bağımsız milletvekili seçilerek HDP ’ye katılmıştı.
Son olarak da Parti Meclisi'ne girmiş, Genel Başkan Yardımcılığı görevini
üstlenmişti…
Adı Aysel Tuğluk; beş yıldır
cezaevinde.
Annesinin ölüsüne karşı yapılan,
eşi görülmemiş canavarlığın acısıyla yaşıyor. Öyle bir acı ki bu, Kürt’ün dirisinden sonra, ölüsünü bile rahat
bırakmayan zalimliğin, devlet katında hoş görülmesiyle katmerlenen; derin,
derin olduğu kadar dilsiz, dilsiz olduğu kadar da sahipsiz hali…
Aysel
Tuğluk o gün cezaevine döndü; tüm hapishane, cümle kapılar, parmaklıklar
üzerine kapandı; dünyası karardıkça karardı. Ölü bir Kürt’e iki karış toprağı
dahi çok gören ırkçı nefretin acısını bir türlü kabullenemedi, dindiremedi. Yaşadığı
derin acı onu, dilsizleştirdiği kadar hafızasızlaştırdı.
O bir Demans hastası artık; giderek ağır Alzheimer’a dönüşüyor. Belki de, tüm topluma sirayet eden bu ağır lekeye belleğini kapanmak, üstesinden gelemediği acıyı unutmak istiyor…
* * *
Peki, sadece Gültan Kışanak, Aysel Tuğluk mu?
Çoğu Kürt
olan HDP’li kadın siyasetçi de benzer durumda. Hepsi, adeta üzerlerine ateşten
bir gömleği giymişler. Geride eşlerini, işlerini, çocuklarını bırakmış
zindanlarda ömür tüketmekteler.
1935’te
kadınların siyaset sahnesine çıkmasından sonra, 1960 darbecilerinin tutukladığı
7 DP’li kadın vekili saymazsak en çok çile çeken, bedel ödeyen; en çok gadre
uğrayan Kürt kadın siyasetçileri olmuştur. Onlar ki yürüttükleri kadın
siyasetiyle birlikte 2007’lere kadar %1’lerde seyreden meclisteki kadın vekil
oranını %17,1’lere taşımışlardır.
İyi ama
karşılığı ne oldu bunun?
Karşılığı
hiç kuşku yok, daha çok acı oldu elbette; yerinden yurdundan edilmek oldu,
çoluğundan çocuğundan ayrılmak oldu; sürgün oldu, dert oldu, hapis oldu. Hem de
öyle beribenzer bir hapis değil. Ömürlerinin en güzel yıllarını zindanlarda
tüketti bu insanlar.
1994’te
TBMM kapısında tutuklanan 7 vekilden biri kadındı. Leyla Zana ’ya, kürsüde ana
dilinde konuştuğunda, et-tırnak hoşgörüsünü gösteremedik. Bir tek linç edilmediği
kaldı. Sonraki yıllarda da Kürt kadın siyasetçileri benzer nefretin kurbanları
olmaktan kurtulamadılar. Bağımsız ya da HDP üyesi 18 kadın milletvekili
tutuklandı; cezaevine girdi, çıktı; söyledikleri her sözcük, kurdukları her
cümle, attıkları her adım aleyhlerine delil olarak kullanıldı. Haklarında üst
üste yüzlerce davalar açıldı, açılmaya devam ediyor.
Onlarsa, yaralarına tuz basmayı yeğlediler. Mayınlarla dolu siyaset yolundan ayrılmadılar, üzerlerindeki ateşten gömleği çıkarmadılar.
* * *
Hâlbuki ne insan öldürmüş, ne cana kıymışlardı.
Hiçbiri
katil değildi, ellerine silah almadılar.
Uyuşturucu
kullanmaktan, kokain kaçırmaktan; hırsızlıktan, rüşvetten, mala çökmekten hapis
yatmadılar.
Mafya ve
çek senet işlerine bulaşmadı; cezaevlerinden, kendilerine özel çıkarılan afla
serbest kalmadılar.
Köylünün
deresini kurutup üzerine HES yapmak mı?
İmar
planlarıyla oynayıp şehirleri betona boğmak m?
Dağlara
siyanür ekip ormanları tarumar etmek mi?
O
taraklarda bezi yoktu hiçbirinin.
Sorarsan,
sevdaları vardı, öyle diyorlardı.
Sadece
insana dair miydi?
Değildi
tabii!
Börtünün
böceğin yaşadığı toprağa, toprakta büyüyen ağaca, ağaçta öten kuşa dairdi
sevdaları.
Üzerinde
yaşadıkları coğrafyada on yıllardır süren bir ateş vardı. O ateşi söndürmek
için yollar aradılar. Söz kurdular, itiraz ettiler, soru sordular; yanıtlar
aradılar. Onlara bu görevi halkları vermişti, yaptıkları her şey, bu görevi
layıkıyla yerine getirmek içindi.
Belki
kusurları da oldu, yanlışlar da yaptılar; öyle büyüktü ki acıları,
heyecanlandıkları da oldu, yalpaladıkları, öfkelendikleri de…
Lâkin hiçbir
zaman bir köpek kafesine kapatılmayı hak etmediler.
Ölülerinin,
mezardan çıkartılarak kendi toprağından sürgün edilmesini hiç hak etmediler.
Milyonlarca seçmenin iradesinin yok sayılarak ömürlerinin, zindan zindan çürütülmesini ise hiç mi, hiç hak etmediler!
* * *
İki binli yıllar…
Yeni bir
yüzyıla girdiğimizde biraz umutluyduk kuşkusuz.
Dünyaca
kutladığımız milenyumdaydık. Ay’ı bırakmış Mars’a, yıldızlara gidiyorduk. İçinden
ışık hızıyla geçtiğimiz bu çağa isim vermekte bile zorlanıyorduk; bilgi çağı
diyorduk; uzay çağı, robot çağı, sibernetik çağı…
Oysa
öylesine uzağındaydık ki çağın!
Halâ
diline kilit vurmakla meşguldük bir halkın. Ezgileri hep yabancı geliyordu
bize; renklerini yasaklıyor, düğünlerini basıyor, partilerini kapatıyorduk...
Kendi halkının şölenlerle meclise uğurladığı vekillerini, enselerinden tutup
zindanlara atıyor, bununla övünüyorduk.
O bile
yetmiyordu; ölülerini topraktan çıkartıp diyar diyar sürüyor, en yüksek devlet
katından yetkililerle, tarihe utanç fotoğrafları bırakıyorduk.
Sahi
kimdik biz?
Nereden
geliyor, nereye gidiyorduk?
Son çağın
lanetlileri miydik yoksa?
İnsanlığa
bu kadar zulmü nasıl reva görüyorduk?
Tanrı bu kötülük fermanını ne zaman buyurmuştu bize?
Bu deli gömleğini hangi ara giymiştik üzerimize?
Bakın,
tüm dünya durmuş, nasıl da utançla seyrediyor eserimizi.
Öyle bir
günah çukuruna yuvarlandık ki; karanlık, dipsiz.
Bilmiyorum,
tarih nasıl affedecek bizi?
Not: Yeni
yılda Sayın Aysel Tuğluk’un, Kocaeli
Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Kurumu’nun verdiği ‘cezaevinde kalamaz’
raporuna uygun şekilde ‘infaz ertelemesi’ yapılmak suretiyle serbest
bırakılmasını umut eder, tüm okurlarıma kavgasız, savaşsız, incinmesiz, huzurlu
bir yıl dilerim.
https://t24.com.tr/yazarlar/yusuf-nazim/tarih-nasil-affedecek-bizi,33643
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
yusuf.nazim1@gmail.com