Görsel: Ali Akcan |
1 Mayıs 2020
Sene 1940, 26 Nisan.
Batı Anadolu’da ünlü bir cezaevi.
Nice ünlü mahpusa, suçlulara, haydutlara yatarlık yapmış bir
yer.
O gün tehlikeli bir mahkûmu getirirler cezaevine.
Tehlikeli olduğu kadar namlıdır da.
Hapishanenin etrafı duvarlarla çevrilidir. Her tarafta; avlularda,
nöbetçi kulelerinde jandarmalar kol gezmektedir.
Ancak bu yetmez. Öyle ya, mahkûm nam salmış, tehlikeli biridir.
İlave önlemler alınır. Jandarmalar hapishaneye açılan sokakları tutar, çevresini
ikinci bir kordon ile sararlar. Bir hafta öncesinden ziyaretçi yasağı getirilmiştir
zaten. Öyle ki, kuş dahi uçamaz…
Mahkûm kalp krizi geçirmiş, cezaevi hastanesindedir.
* * *
Aynı gün, şehrin mutena sokaklarından biri.
Bir patırtı, bağrışma, çığlık sesleri; küfürler gırla
gitmektedir.
Karakolun tam karşısında, toz toprak içinde kavga etmekte
olan iki çocuk.
Tekmeler, tokatlar havada uçuşmakta, yumruklar savrulmaktadır; kâh
yerlerde yuvarlanarak, kâh ayakta sürer kavgaları. Üst baş dağılmış, yaka paça
birbirine karışmış, yüzleri, gözleri kan içinde kalmıştır.
Çok geçmeden kalabalık yetişir. Güçlükle ayırt ederler
çocukları. Derken polis de bitiverir oracıkta. Soluğu karakolda alırlar.
İkisi de ketumdur. Söylemezler kavganın sebebini. Sadece alttan
alta birbirlerini süzerler. Yarım yamalak alınır ifadeleri, sonra mahkemeye
çıkarılırlar.
Aynı suskunluk, aynı sus pus olma hali orada da sürer. Üstleri
toz toprak olmuş, elbiseleri yırtılmış, yüzleri yara bere içindedir.
Hâkim sorar, “oğlum bu ne hal, niye kavga ettiniz?”
Çıt çıkmaz ikisinden de. Sanki yeminlidirler. Anlam veremez hâkim,
köpürür çocuklara. Bir sürü işi vardır, bunlarla mı uğraşacaktır! “Atayım sizi
içeri, görün gününüzü, akıllanın biraz” der. İkisi de tutuklanır tabii, ver
elini hapishane…
* * *
Aynı günün akşamı.
Kalp krizi geçirmiş mahpus, hapishanenin hastane revirindedir.
Namı belli ya, revirde, ilaç kokulu bir odada tecrittedir.
Jandarmalar cezaevi çevresinde sıkı önlemler almış, kuş
uçurtmamaktadır.
Hastane revirine iki çocuk getirilir.
Kavga eden çocuklardır bunlar. Hırpalanmış, yaralıdırlar. Hapishaneden
önce hastaneye sevk edilmişlerdir. Revirde tedavi olacaklardır.
Biri hafif yaralı olduğundan doğrudan koğuşa gönderirler
onu.
Diğeri on beş, on altı yaşlarında. Tedavi için revirde
kalır. Yağız, tığ gibi delikanlıdır. Üstünde kirli, soluk renkli, kavgada pare
pare olmuş bir tulum.
Görünüşü bir işçiyi andırmaktadır. Yüzü sarı, uçuk
benizli. Duruşu cüretkâr.
Gözleri kan çanağı, iri. Bakışları çakmak çakmak,
elleri işçi elleri.
Mahpusla göz göze gelirler.
Onun, çocuk gözlerinde büyümüş bir insanı görür mahpus;
umudu, azmi, başkaldırıyı. Kederi de görür gözlerinde, cesareti de.
Öylece bakışırlar. Onun korkusundan ilave önlemler alınmış,
çepeçevre jandarmalarca kuşatılmış, ziyaretçi girişi bile yasaklanmış,
üzerinden kuş uçurtulmayan cezaevinin revirinde, ülkeye nam salmış, böylesine
tehlikeli bir mahpustan beklenmedik bir sevecenlikle bakar çocuğa.
Memleketinin en güzel, en cesur, en babayiğit bakışlarını
görür onda. Bir kolu sargıda, saçları sağılmış, başında kocaman bir yara.
Çocuktur, diye düşünür, kavga da eder, düşer de, kalkar da…
Mahpus, revirde kendine ayrılmış tecrit odasına geçer.
Çocuksa, müşahede altında kalacaktır. O da revirin başka bir odasına alınır.
* * *
Gece olur. Mahpus revirdeki odasında uyumaktadır.
Dışardayken daima tetikte yaşamaya alışmıştır. Öyle ya,
namlı biridir o, tehlikelidir. Kaldığı her yer ha basıldı, ha basılacaktır. Bu
yüzden, uykusu da tavşan uykusudur.
Gece lambaları kapatmak yasaktır! Bir takırtı duyar! Gırç
diye bir ses! Kapı yavaşça aralanır. Bir karartı süzülür içeriye. Mahpus hızla doğrulur
yerinden.
İçeri gireni hemen tanır.
Gündüz, revire gelen çocuklardan biridir gelen. Şaşırır, “ne
istiyorsun?” diye sorar.
Üstünde işçi tulumu, başı sargılıdır; kara kaşları, kocaman
elleri vardır. Bir elini tulumunun içine götürür.
“İşçi arkadaşlar sana bir hediye gönderdi” der, elini
çıkarır, uzatır.
Kırmızı bir karanfil tutmaktadır.
“Nazım Abi sana geldim” der, “Yarın 1 Mayıs”
Yer Bursa Cezaevi’dir, mahpus Nazım Hikmet.
Şairin, ömründe aldığı en büyük hediye, en büyük mükâfat,
işte bu karanfildir.
O yıl Bursa Cezaevi’nde bir komünist yatmaktadır. Şehirde
bir söylenti yayılmıştır. Bursalı İşçiler, 1 Mayıs günü, içinde bir komünistin
yattığı cezaevinin önünde gösteri yapacaklardır. Bu yüzden çok sıkı önlemler
alınmıştır. İki çocuk ise, işçilerin 1 Mayıs armağanı olan kırmızı karanfili
hapishaneye sokabilmek için bu kavga mizansenini hazırlamışlardır…
Not: TÜSTAV arşivindeki, şairin kendi
anlatımından öyküleştirilmiştir.
https://t24.com.tr/yazarlar/yusuf-nazim/kirmizi-karanfil,26443
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
yusuf.nazim1@gmail.com