T24 | 10 Mart 2020
Misafir olduğumuz bu
gezegende baskının, hırsın, nefretin ve kibirin köklerinden kopardığı bütün
dünya yurttaşlarına saygıyla.
Lila…
Baskıdan usanmış, şiddetten bıkmış, sindirmeden kaçmış bir
insan. Tüm bu sebeplerden dolayı köklerinden kopmuş, ülkesinden uzaklarda
özgürlüğü arayan bir kadın.
Şimdi başka bir ülkenin toprağında, içinden işkence
seslerinin yükseldiği beton bir binanın önünde, yere diz çökmüş, ağlamakta.
“Çocuklarımız, çocuklarımız…”
O anda hiç beklemedikleri bir şey olur. Silahlı, maskeli,
muştalı grubun lideri Lila’nın yanına gelir. İngilizce olarak “tamam” der, “kedileri alın!”
Piya, karısı Lila’yı tutup kaldırır. Binanın önünde dizili
çantalardan, içinde kedilerin olduğu üçünü gösterir. Tim lideri, çantaları bir
kez daha detektörle kontrol ederek onlara verir.
Bahçede, dört-beş kadar panelvan minibüsün yanı sıra, bir de
cezaevi aracına benzer bir araç vardır. Büyük, arkasında demir parmaklıklı
penceresi olan, siyah renkli bir araç. Hepsinin içi sığınmacılarla doludur.
Piya ile Lila, ellerinde çantalar, içinde çocukları, kendilerini
getiren aynı araca binerler.
Lila'nın dizleri |
Dehşetin kokusu
Dehşetin kokusu olur mu?
Olurmuş meğer! Aracın içinde, kan ter içinde kalmış, nefesleri
birbirine karışmış, balık istifi halindeki insanların arasında farklı bir koku
daha alır Piya. Daha önce hiç duymadığı, hiç rastlamadığı, bambaşka bir kokudur
bu; yaşadıkları dehşetin kokusu!
Araçlar birbiri peşi sıra yola koyulurlar. Bir korku yolculuğudur
başlar.
“Abi” der Piya, “kim bu adamlar, nereye götürüyorlar bizi,
bilmiyoruz. Belki de öldürecekler hepimizi!”
Yaklaşık on dakika kadar düz, asfalt bir yoldan ilerlerler. Geldikleri
yoldan dönüyorlar mıdır acaba? Hayır, değil! Bir süre sonra araç, sarsılmaya başlar.
Sanki toprak bir yoldur girdikleri. Sonra bir su sesi! Evet evet, su sesi,
çamur! Bata çıka, sarsıla sarsıla, çamurlu bir yoldan ilerlemeye devam eder araç.
En az yirmi dakika sürer bu. Sonra dururlar…
Art arda dizilmiş araçların farları aydınlatmaktadır
karanlığı. Kapılar aynı hiddetle açılır. Tam o sırada, işte o tanıdık ses
duyulur! Türkiye sınırından karşıya geçmek için beklerken duydukları, o sirene
benzeyen, kulakları tırmalayan ses! Hemen yakınlardan gelmektedir.
Kapılarda aynı maskeli kişiler, aynı nefret, aynı şiddet;
havada silahlar, coplar, muştalar ve demir çubuklar savrulmakta; ortalık adeta bir
vahşet ormanını andırmaktadır. İnsanlar sağa sola kaçışmakta, çocuklar
ağlaşmakta, çığlıklar yükselmekte, siren sesleri feryat, figana karışmaktadır…
Bir tel örgü! Araçların yanı sıra, yüksek, dikenli bir tel
örgü gözüne çarpar. O an anlar Piya. Burası sınır olmalı!
“Abi, bizi tekrar sınıra getirmişler. Ölmeden geçebilsek bari karşıya.”
Lila’nın elinden tutar. Mişa ve Nini’nin çantası eşinin
elindedir. Nohut daha ağır olduğundan onu kendisi taşımaktadır. Ortalık ana
baba gününe dönmüştür; siren sesleri insan çığlıklarını bastırır. Dikenli telin
altında kocaman bir delik görürler. Eğildiğinde, ancak bir insanın geçebileceği
kadar büyüklükte bir delik. Sonradan açıldığı anlaşılan bir geçit bu. Silahlı
grup, kalabalığı döve döve bu deliğe doğru sürükler. Vahşetten canını kurtarmak
isteyenler, birer ikişer delikten karşı tarafa geçmeye çalışmaktadır.
Kalabalık, can haliyle dikenli tellere yüklenir. Piya ile Lila, kedi
çantalarına sımsıkı sarılmışlar. Bir yandan darbelerden kurtulmaya çalışmakta,
öte yandan bir an önce kendilerini telin altından karşı tarafa atma
çabalamaktadırlar.
Bir ara, önlerinde Afgan arkadaşlarını görür Piya. Karşı
tarafa geçmektedirler. Lila, dikenler, coplar, demir sopalar arasında bir anda telin
altında bulur kendini. Kalabalığın ayakları altında, korkunç bir arbedenin
içinde kalır. Başı Yunanistan, elleri ve ayakları Türkiye tarafındadır. Sol
dizinden kan fışkırmaya başlar. Piya, elindeki Nohut’u Türkiye tarafına fırlatıp
atar, Lila’yı ayakaltından çekerek çıkarır.
Sonunda kurtulmuşlardır! Şimdi sınırın ötesindeler. Bir anda
görme, duyma, anlama algıları birbirine karışır. Karanlık, araç farları,
koşturmaca, feryatlar, siren sesleri; nerededirler, ne tarafa gidiyorlar, niye
koşuyorlar anlamaya çalışır. Birilerinin, adını seslendiğini duyar;
“Piyaa! Piyaa! Piyaa!”
Etrafına bakınır, kimseyi göremez, anlam veremez.
“Bir an için öldüğümü, gaipten sesler duyduğumu sandım” diye
anlatıyor Piya.
Giderken botla geçtikleri Meriç Nehri’ni dönerken
geçmediklerini fark eder. Sonradan, sınırı Karaağaç bölgesinden Türkiye’ye geçtikleri
anlaşılacaktır.
Biraz ötede, kader ortakları, Afganlıları görürler. Birlikte,
koşar adım uzaklaşmaya başlarlar. Yer ıslaktır. Giderek çamura dönüşür. Bata
çıka ilerlerler. Yaklaşık kırk dakika sürer yürüyüşleri. Sonunda bir askeri
kontrol noktasına varırlar. Lila kan kaybetmektedir. Askerler yardımseverdir, su
getirir, dizini yıkayıp temizlerler. Sonra
yolu tarif ederler.
Hava hala karanlıktır. Yirmi dakika kadar sürer yürüyüşleri,
bir köye ulaşırlar. Bütün evraklarla birlikte paralarının da olduğu çantalarına
el koyulmuştur. Buna rağmen Lila, bir miktar parayı üzerinde saklamayı
başarmıştır. Bir taksi tutarak Edirne Otogarı’na giderler.
Dört Afganlıdan biri vedalaşarak ayrılır. Hiçbirinin
evrakları yoktur. Otobüs firmaları bilet vermek istemezler. Bir firmadan rica
minnet bilet alırlar. Paralarını yine Lila öder.
Esenler Otogarı’na vardıklarında hava aydınlanmıştır.
Burada, diğer Afgan arkadaşlarıyla da vedalaşıp ayrılırlar.
Samsuna vardıklarında saat 16.00 sularıdır. Arkadaşından evin
anahtarını alırlar. Artık evlerindedirler. Nohut, Mişa ve Nini’yi çantalarından
çıkarırlar. İlk işleri onlara yiyecek vermek olur…
Cehennemin öbür adı
“Cehenneme girdik ve çıktık abi” diye anlatır Piya.
Haberler hızla akmaya devam etmektedir. Yunanistan
devletinin, yakaladığı göçmenlerin yalnızca çantalarını değil, üstlerindeki
giysileri de alarak, çırılçıplak sınır dışına bıraktığını görürüz.
Keza, bir Yunanistan sahil koruma teknesinin, sığınmacılarla
dolu plastik bir göçmen botunu, sürat yaparak batırmaya çalışmasına tanık olur
uygar dünya. Adeta balık avlar gibidir teknedekiler; dönüp dönüp sopalarla,
zıpkınlarla göçmenleri denize dökmeye çalışmaktadırlar. Gözleri yaşartan,
Avrupai bir medeniyet gösterisidir bu…
Sonraki günlerde, Türkiye tarafı da geri kalmaz!
Sığınmacıların geri dönüşünü engellemek için sınıra kolluk kuvvetleri, özel
harekât birlikleri sevk eder! Bu da yetmez, Zodyak botlarıyla, eğitimli özel
kuvvetler, iki ülkeyi ayıran nehirde, adeta göçmen avına çıkarlar...
Bu da, Anadolu medeniyetinin gösterisidir! Bir kez daha
yaşarır gözlerimiz…
Meriç Nehri! Cehennemin iki yakası gibidir artık. Her iki
tarafta silahlı birlikler, maskeli, üniformalı adamlar; biber gazı, cop,
kancalar, zıpkınlar; Zodyak botlar, tekneler, motorize birlikler, helikopterler…
Cehennemin ortasında ise, 21. Yüzyıl medeniyetinin safrası;
dünyanın lanetlileri; yoksunlar, yoksullar, tüm ötekiler…
Cehennemin seyircileri ise tribündedirler; ellerini
ovuşturmakla meşguller; ABD, AB, BM ve diğerleri…
Nohut, Mişa ve Nini |
Piya.
Şimdilerde günlerini saymakta.
“Abi ne yapsam, 23 günüm kaldı?”
İran’a iade edilirse, belki de idam edilecek!
Bu yüzden para, pul; hiçbir şey istemiyorlar! Sadece iade
edilmeyelim, yeter diyorlar.
“Bütün evraklarımız gitti! Cuma da yaklaşıyor. İmza vermek için Göç
İdaresi’ne gitsem mi?
Başıma bir şey gelir mi?”
Cuma oluyor, imza vermek için Göç İdaresi’nde gidiyor Piya.
Müdür öylesine sert, öylesine hoyrat ki! Her türlü yolu
kapatıyor Piya’ya.
Yanına giden sekretere, “bir daha denesinler” diyor…
Bir daha denemek mi! Asla! Cehennemin öbür adı!
İmkânı var mı? Cehenneme bir kez daha giderler mi? Gitseler
de, çocuklarıyla birlikte, o cehennemden bir kez daha çıkabilirler mi?
“Abi 21 günüm kaldı” dedi geçende…
Piya ile Lila.
Arafta bir cehennemdeler. Sıkışıp kalmışlar.
Tıpkı diğer on binler, yüzbinler gibi. Kiminin medeniyet
basmış toprağını, kiminin siyasal, ya da radikal İslam. Yangın yerine dönmüş
ülkeleri…
Şimdi bir kez daha araftalar. Özgürlüğün bedeli bu kadar
ağır olabilir mi?
Sadece yaşamak istiyorlar; baskısız, korkusuz, kansız;
sadece yaşamak!
Çok mu şey istiyorlar?
Telefon çalıyor, kırık bir ses.
“Abi 19 günüm kaldı!”
https://t24.com.tr/yazarlar/yusuf-nazim/araftaki-cehennem-ozgurlugun-bedeli,25803
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
yusuf.nazim1@gmail.com