T24 | 9 Mart 2020
İranlı Piya ile Lila.
Yunanistan’a geçmek üzere Edirne’ye yakın sınır köyü Doyran’dadırlar.
Yıllardır özlemini duydukları özgürlük hemen karşı kıyıda,
onlara göz kırpmakta.
Oysaki özgürlüğe değil, cehenneme giden yolun başında
olduklarının farkında değillerdir.
“Cehennem
işte bundan sonra başlıyor” diye anlatacaktır Piya.
Sesi titrek; sesi bir korku ikliminden kurtulmuş gibi zayıf.
Saat 14.00 gibi geldikleri bu köyde, en az iki yüz kişilik
bir kalabalık daha vardır. Hepsi de sınırı geçmek üzere oradadırlar. Çoğu
Afganlı olmak üzere, İranlı ve Afrikalılardan oluşan kalabalıktır bu. Nedense
hiç Arap’a rastlamazlar. Sonraki günlerde gelen haberler, bunu doğrulayacaktır.
Aralarında çok az Suriyeli vardır.
Piya, Lila ve çocukları köyde, 3-4 saat kadar beklerler.
Orada ilginç bir şey dikkatlerini çekecektir. Yaklaşık 10-15
dakikada bir, kulakları tırmalayan, siren sesine benzer tuhaf, elektronik bir
ses iştirler. Bir süre kesintisiz devam eder, sonra susar. Aralıklarla, aynı
ses yeniden tekrarlanır. İçlerini ürperten, tüylerini diken diken eden, bir
türlü anlam veremedikleri tuhaf bir sestir bu…
Ortalık ana baba günüdür. Botlarla, ya da yüzerek nehrin
karşısına geçmeye çalışanlar, suya batanlar, suyun içinde yürüyenler, öbek öbek
bekleşenler; kadınlar, çocuklar, gençler; beyaz derililer, siyahlar, melezler…
Sonunda dört Afgan’la beraber motorlu bir botla nehirden
karşıya geçmeye karar verirler. Bunun için kişi başına 150TL ödeme yaparlar.
Karşı kıyıya vardıklarında saat 18.00 civarıdır. Demokrasinin
ve özgürlüğün topraklarına ayak basmışlardır artık. Yunanistan toprağı onlara, araftan
kurtularak daha insanca bir yaşama adım atmanın şansını tanıyacaktır. Ya da
onlar böyle düşünmektedir.
Kendilerini bir anda karanlık bir ormanın içinde bulurlar. Ormanı
geçip açık bir arazide yürürler. Sonra yine bir orman, arkasından tarlalar… Uzun
süre kâh koşarak, kâh yürüyerek yola devam ederler. Gece karanlığında bir
bataklığa düşer yolları. Piya çamura saplanır. Diğerlerinin yardımıyla güçlükle
kurtulur.
6-7 sat sonra bir ezan sesi duyarlar. O yöne gittiklerinde,
uzakta bir yerleşim merkezinin ışıkları gözükür. Sevinirler. Derken kasabaya
ulaşırlar. Sevinçlerini henüz yaşıyorlarken bir anda, arkalarından bir araç peydahlanır.
Hızla gelir, grubun birkaç metre ilerisinde ani bir fren yaparak durur! Panelvan
tipi, plakasız bir minibüstür bu. Üzerinde hiçbir arma yoktur. Aracın kapıları
hızla açılır, içinden siyah maskeli, üniformalı kişiler çıkar. Hepsi de
cüsseli, güçlü, iri kıyım, silahlı ve muştalıdırlar.
İner inmez Piya ve arkadaşlarının üzerlerine yürürler. Yunanca
bağırmaktadırlar. Bir yandan ellerindeki muştalarla dövmeye, itip kakmaya,
aracın arkasına doğru sürükleme çalışırlar. İçlerinden birisi, hızla aracın
arka kapısını açar. İçerde istif halinde insanlar gözükür. Kendileri gibi,
sınırı geçmiş göçmenler olduğu her hallerinden bellidir. Kadınlı erkekli,
çocuklu gençli; hepsi de korkmuş, terlemiş, üstü başı çamur içinde, gözleri dehşetle
büyümüş; yan yana, üst üste; oturmuş ya da uzanmış vaziyette; ağlayan, inleyen,
sızlanan insanlar…
Neye uğradıklarını şaşırırlar. Piya, sırtında ve elindeki
çantalarla bir tarafa, Lila başka bir tarafa savrulur. Sonra, hızla
toparlanarak birbirlerine tutunurlar. En çok da, yaşadıkları bu hoyratlıktan
çocuklarını korumak; elleriyle, vücutlarıyla onlara siper olmaya
çalışmaktadırlar.
Bir anda kendilerini, aracın içindeki balık istifi insanların
arasında bulurlar. Aracın kapıları hızla kapanır, manevra yaparak geri döner.
Piya ile Lila birbirlerine iyice sokulurlar.
Akılları çantalarındaki çocuklarındadır. Korkudan sinmiş,
bir köşeye büzülmüşlerdir. Hayatlarında görmedikleri bir hoyratlığın,
acımasızlığın, hengame ve çığlıkların arasında kalmış, adeta onlar da şok olmuşlardır.
Başlarını okşayıp, boyunlarını sıvazlayarak sakinleştirmeye çalışırlar.
Penceresiz olan araçtan dışarıyı görmelerine olanak yoktur.
Ancak, asfalt bir yoldan gittikleri anlaşılmaktadır. İçerdekilerin görünümleri,
Doyran Köyü’ndekilerle aynıdır; Daha çok Afganlı olmak üzere Afrikalı, Asyalı…
Aynı düzgün yoldan 15-20 dakika kadar yol alırlar. Sonra
araç durur. Dışardan sesler gelmektedir. Arka kapı açılır. Sadece ağızları ve
gözleri görünen, yüzleri maskeli, üniformalı bir grup karşılar onları. “Go!
Go!” diye bağırarak araçtakilere saldırırlar. Hepsi de iri cüsseli, üniformalı,
silahlıdır. Aralarında hiç kadın yoktur. Korku ve dehşete kapılmış olarak araçtan
inenleri dövmeye başlarlar.
Demir bir bahçe kapısından girilen, etrafı teller ve
duvarlarla çevrili, her iki yanda birer bina bulunan, zemini asfalt bir
bahçedir burası. Kapısından başka araçların da girdiği görülür.
Medeniyetin ortasında bir vahşet
koridoru
İki binanın arasında, bir koridor yapacak şekilde dizilmiş maskeli,
üniformalı, silahlı insanlar vardır. Araçlardan inenler, bu koridordan geçmeye
zorlanırlar. Bahçenin loş karanlığında, kendi topraklarını yakıp kavuran bir cehennemden
kaçmış; ülkeleri, dilleri, renkleri farklı; çocukların, gençlerin, her yaştan erkeklerin,
bebekli kadınların düşe kalka ilerlediği; üzerlerine copların kalkıp indiği,
sopaların ve muştuların çürük izler bıraktığı, demir çubukların havalarda
savrulduğu; feryat figan seslerin, canhıraş çığlıkların birbirine karıştığı bir
vahşet koridorudur bu. Üstelik ulaşamaya çalıştıkları özgürlüğün yolunda, medeniyetin
ortasında bir vahşet koridoru…
Anlatırken hala şokta gibidir, “Abi” der Piya, “nasıl bir
cehenneme düştük, anlamadım.”
Vahşet koridorundan geçenler, sağdaki binanın önünde, bir
basamak yüksekliğinde, iki metre kadar genişliğindeki beton zemin üzerine yan
yana sıralanırlar. Silahlı adamlardan grup lideri olduğu anlaşılan biri sağa
sola talimatlar yağdırmaktadır. İçlerinde tek maskesiz olanı odur. O da,
diğerleri gibi üniformalıdır. Bir fark daha var ki sığınmacılarla Türkçe
konuşmaktadır. Ağzından çıkan küfürlerin bini bir paradır. Tehditler
savurmakta, sığınmacıları aşağılamaktadır. Liderin dışında, diğer hepsi
aralarında Yunanca konuşmaktadır.
Önünde sıra halinde dizildikleri binanın içinden, kulakları
paralayan feryatlar, çığlıklar yükselmektedir. Piya ile Lila, duvar önüne
dizilmiş sıranın en sonundadırlar. Akılları çocuklarındadır. Maskesiz olanı
Türkçe olarak, çantalarını yere koymalarını, üzerlerindeki tüm telefonları
çıkarmalarını söyler.
Piya ve Lila’nın, içine çocuklarını koydukları üç çantayla
birlikte, evraklarıyla özel eşyalarının bulunduğu diğer iki çantayı daha yere
bırakırlar. Piya, korkusunu bir an için yener. Lider olana İngilizce olarak;
“Çantada kedilerimiz var, onlar ne olacak?” diye sorar. Yanıt
alamaz.
Yüzlerini, soluk bir ışığın aydınlattığı genç-yaşlı,
kadın-erkek, büyük-küçük; kimi iki-üç yaşlarında, kimi sekiz-on; içlerinde
bebeklerin bile olduğu; farklı coğrafyalardan yola çıkmış, farklı yaşamlardan
kopmuş, sadece hayatta kalmaya çalışan, beton duvarın önüne dizilmiş bir dolu insan...
Üniformalılar, hepsinin üzerlerini tek tek ararlar. Bu arama
işlemini hem elle yoklayarak, hem de elektronik detektörle yaparlar. Üzerinden
bir şey çıkmayanları yeniden araçlara bindirirler.
Piya, cesaretini toplar, bir kez daha İngilizce sorar;
“Efendim, çocuklarımız ne olacak?”
“Saniye saniye öldüreceğiz sizi!”
Piya’nın olduğu araçtakilerden birinin üzerinden, saklamaya
çalıştığı bir telefon çıkar. Adamı parçalar gibi dövmeye başlarlar. Yaka paça
sürüklenen sığınmacı, içinden çığlıklar yükselmekte olan binanın karanlık
kapısında kaybolur. Böylece, geceyi biteviye bölen feryatlara bir yenisi daha
eklenmiş olur.
Piya, her fırsatta maskesiz olan lidere, çocuklarını sormaya
devam eder.
Diğer gruplardan birinde, cebinden küçük bir çanta çıkan
yaşlı bir kadını, yanındaki diğer üç kişiyle birlikte kötü bir şekilde döverek
biraz ilerdeki bekçi kulübesine benzeyen kutu gibi bir yere kapatırlar.
Lider olanı Türkçe sövüp saymaya devam etmektedir.
“Hepinizi bizim kampa götüreceğiz! Öyle şeyler yapacağız ki, saniye
saniye öldüreceğiz sizi; tekrar tekrar öldüreceğiz; namusunuz dâhil her
şeyinizi alacağız!”
Binadaki çığlıklar devam ederken, sıradakilerin sayısı
giderek azalmaktadır. Piya, son kez cesaretini toplar. Üzerlerine böylesine
nefret kusan adama döner. Parça parça edilmek pahasına, bir kez daha İngilizce
sorar.
“Efendim, her şeyimizi alın, hiçbir şey istemiyoruz, bizim çocuklar…”
Adam öfkeyle bakar, bir şey demez. Geride, son olarak ikisi
kalır. Bir de, bina duvarının önüne dizili onlarca, yüzlerce çanta. Sıra onlara
gelmiştir. Üzerleri aranır, bahçeye doğru itelerler onları. Lila bahçenin
ortasında durur. Yere dizlerinin üzerine çöker, ağlamaya başlar. Sözcükler,
hıçkırıklar arasında dökülür dudaklarından.
“Three cats. Three cats!” (Üç kedi! Üç kedi!)
“Our childs! Our childs!” (Çocuklarımız! Çocuklarımız!)
https://t24.com.tr/yazarlar/yusuf-nazim/araftaki-cehennem-saniye-saniye-olum,25794
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
yusuf.nazim1@gmail.com