Yusuf Nazım
T24 | 8 Temmuz 2025
“Yanlış İliklenen
Düğme-Geçmişle Gelecek Arasında Cumhuriyet” Erdoğan Aydın
25 Mayıs 1919,
Balıkesir’in Bandırma ilçesi, Emre Köyü.
Atların nal sesleri altındaki toprak yol, ilkbaharın son demlerini
yaşamaktadır. Doğa, yeşilin bin bir tonuyla bezendiği bir manzaraya ev
sahipliği yapmaktan memnun. At sırtındaki subay, yanındaki birkaç yol
arkadaşıyla, yol kenarındaki yabani çiçeklerin kokusu içlerine çekerek zeytin
ağaçlarının gölgesinde ilerler.
Bahar olmasına karşın hava soğuktur. Emre Köyü’ne vardıklarında
güneş tepelerindedir. Geniş bir araziye yayılan, beyaz badanalı, kırmızı
kiremit çatılı bir konağın önünde dururlar. Genişçe bir odaya buyur edilirler.
Az sonra ev sahibi içeri girer. “Uzun boylu ve neredeyse hiç eti
olmayan, canlı bir iskeleti andıran kudretli bir bedene sahiptir.” Uzun
bacakları, ince beli ve geniş omuzları üzerinde taşıdığı küçük burunlu, kocaman
sarışın kafasıyla, avını kollayan bir kartalı andırmaktadır.
“Selamün aleyküm, bendeniz Neşet bin Ali, şeref verdiniz efendim.”
der.
Sakalsız, bakımlı bıyığıyla misafir ayağa kalkar. Yüz hatları
belirgin, gözleri dikkat çekicidir. Orta boylu, düzgün yapılı ve zarif
duruşuyla selam verir:
“Bendeniz Miralay Albay, Heyet-i Temsiliye Üyesi Rauf Bey. O şeref
bana aittir” diye karşılık verir.
Vatanın ve milletin selameti için geldiğini söyleyen Miralay,
“Kardeşlerin Manyas’ta ise yolumu oradan geçirir, kendileriyle görüşürüm. Fakat
benim asıl görüşmek istediğim sensin.” diye ekler.
Neşet bin Ali’nin, Hamidiye Kruvazörü Komutanı olarak nam yapmış,
Karadeniz ve Akdeniz seferlerinin gözdesi bir askeri şahsiyetin bizzat
kendisini ziyaretinden göğsü kabarmıştır.
Sade döşeli odanın duvarında yıldız tuğrası işlemeli bir tablo ile
iki eski tüfek asılıdır. Camlardan birinin kırık, gazete kâğıdıyla kapatılmış
olduğu gözden kaçmaz. Bu küçük köy konağının genişçe odasında, soba çevresine
dizilmiş minderlerin üzerine oturur vaziyetteki toplantı basit bir ziyaretin
ötesinde, Millî Mücadele’nin kıvılcımlarının atıldığı, tarihî bir anın
başlangıcı gibidir.
Rauf Bey ince bıyığını parmaklarıyla sıvazlar.
“Yunanlılar buralara da sarkacaklar. Padişah ve Ferit Paşa
Hükümeti bu istilaya karşı hiçbir şey yapamazlar. Ne yapacaksa milletin kendisi
yapacaktır. Bunun için, namus ve varlığını müdafaada kendisine layık
evlatlarını da başına geçirecektir. Seni ve kardeşlerini bunun için görmeye
geldim.”
![]() |
Neşat bin Ali |
“Rauf Bey, senin gibi birinin bu işe öncülük etmesi beni
cesaretlendirdi. Milletin kurtuluşu için elimden geleni yapmaya hazırım.” diye
yanıtlar.
Yunan ilerleyişine karşı bir karargâh gibi kullanıldığı anlaşılan
evin kapıları, silahlı adamlar tarafından arada bir açılıp içerisi kolaçan
edilmektedir. Görüşmeleri, beklenmedik şekilde uzamış, Reşit ve Tevfik Bey
kardeşler de aralarına katılmıştır.
Sobadan yükselen odun çıtırtılarına Neşet Bey’in heyecanlı sesi
karışmakta, onu zaman zaman kardeşi Reşit’in araya girişleri bölmekte, diğer
kardeş Tevfik’in suskunluğunda odada Kuvâ-yı Milliye, Heyet-i Temsiliye,
Ankara’ya bağlılık, Kuvâ-yı Seyyâre, milis kuvvetleri sözcükler
dolaşmaktadır...
Yaklaşık altı saat kadar süren görüşmenin ardından Miralay Rauf
Bey, Emre Köyü’ne olan ziyaretinden istediğini elde etmiş olarak ayrılır. Neşet
bin Ali’yi, emrindeki Kuvâ-yı Seyyâre birlikleriyle Heyet-i Temsiliye’ye
katılmaya ikna etmiş olmaktan mutludur.
Anadolu’da bir milli kahramanın doğuşu
O günden sonra Neşet bin Ali, Kuvâ-yı Seyyâre milis ordusunun komutanı olarak büyük başarılara imza atacak, Hilafet ve Yunan ordularına karşı Anadolu’daki milli mücadele önemli bir güç kazanacaktır...
Neşet bin Ali, Hilafet Ordusu'nun Aznavur Ahmet Paşa komutasındaki
ordularını tekrar tekrar yenilgiye uğratır. Eskişehir-Adapazarı-Düzce-Bolu
hattının arındırılmasıyla Ankara'da Meclis'in güvenle çalışmasını sağlar.
“Saltanatın örgütlediği kuvvetler karşısında çaresiz konumda olan düzenli ordu
güçlerinin korunması ve saldırılarının ezilerek Meclis'in güvenle
çalışabilmesini sağlayan” da yine Neşet Bey olur.
Onun, hilafete bağlı Kuvâ-yı İnzibat ordularını tek bir Kuvâ-yı
Seyyâre taburuyla önleyip perişan edebilmesi Büyük Millet Meclisi'nde çok büyük
bir övgüyle karşılanır. Hatta kendisiyle ilgili ümit-i halas, yani kurtuluş umudu veya kahraman-ı millet (milletin
kahramanı) ifadeleri birbirini izler.
Yozgat’ta Çapanoğlu isyanı başladığında, İsmet Paşa, Ankara'nın bu
isyanı bastırma gücünün maalesef olmadığını söylediğinde tek çareleri yine
Neşet bin Ali’dir. Batı Cephesi’ni bırakarak adeta yalvarırcasına Ankara'ya
çağrıldığında Mustafa Kemal, Ankara'da bulunan tek otomobilini ona tahsis eder.
Ankara halkının erkekli-kadınlı sokaklarda alkışlayarak karşıladığı Neşet bin
Ali, Mecliste milletvekillerince ayakta alkışlanır. Mustafa Kemal, İsmet Paşa,
Fevzi Paşa tarafından bizzat ağırlanır.
Milli ordunun sıkıştığı her yerde, ordu komutasındaki önemli
komutanların yenilgiye uğradığı cephelerde, kaybedilen toprak alanlarında
sıkışılan her yerde imdada koşan bir “Robin Hood efsanesi” gibidir artık o.
Gösterdiği bütün bu yararlılıklar resmi yazışmalarda, ordu komutanlarının
günlüklerinde ve birçok tarih kitabında geçer. Kendisinden Mustafa Kemal, İsmet
İnönü, Ali Fuat Paşa ve diğer birçok önemli milli mücadele önderince büyük
övgüyle söz edilir. Neşet bin Ali, nam-ı diğer Çerkez Ethem Ankara halkının
gözünde bundan böyle bir efsaneye dönüşmüştür.
Çerkez Ethem’in dönüşümü
Neşet
bin Ali, cepheden cepheye zaferle koştuğu zamanlarda bile Ankara'da kalmaz,
vekil olmaya çalışmaz, rütbe talebinde bulunmaz. Hatta rütbe verilmemesi ve
törenle karşılanmamasını da sorun yapmaz.
1921'li
yıllar Türkiye'de, Rusya’daki Ekim devrimi ve sosyalizmden etkilenmenin,
dolayısıyla sol hareketin kitleselleşmesine sebep olduğu yıllardır. Sovyetler
Birliği'nden alınacak destek için yol verilen Yeşil Ordu ve halk cümlesinin
kısa zamanda sağladığı beklenmeyen etkinlik, keza aynı dönemde Nazım Bey'in bir
komünist olarak meclis çoğunluğunu sağlayarak İçişleri Bakanı seçilmesi, aynı
sıralarda birçok yerde bir dizi komünist örgütlenmenin oluşması ve yanı sıra
Eylül ayında Bakü'de Türkiye Komünist Partisi'nin kurulup Türkiye'ye gelme
kararı alması, sol hareketin yükseldiği bu dönemde Neşet bin Ali'nin de
Bolşevizmi benimsemesine yol açar.
Gerçekte
emekçi olmayan Çerkez Ethem'in, üstelik onu sosyalizme yönetecek entelektüel
birikime de sahip değilken, bu dönemde onun duygusal dünyası en azından
sosyalistlere meyletmesini sağlamıştır.
Ethem,
Yozgat’tan geri geldiği günlerde Ankara'da güçlü bir sol rüzgâr esmektedir.
Kazandığı yüksek prestijden dolayı ittihatçılardan Bolşevizm’e önemli bir kayış
sürmektedir.
![]() |
Çerkez Ethem ve komutanları |
Özetle,
9 Temmuz'da Ankara üzerinden Eskişehir'e giden Ethem Bey’i bundan böyle, yakın
geçmişinden ayrılmış ve sosyalizmi savunan bir kişilik olarak görürüz.
Oysaki
Aynı dönemde kurulan sahte Türkiye Komünist Partisi ile tüm komünist ve halkçı
yönetimlerin tasfiyesi kurgulanmaktadır. Düzenli orduya geçiş dayatmasıyla da Çerkez
Ethem’in Kuvâ-yı Seyyâre’sinin tasfiyesi planlanır. Milli Ordu Kurmayları
tarafından Kuvâ-yı Seyyâre’nin dağıtılması kararı alınırken, Ethem Bey'e ne
sorulur, ne danışılır, ne de fikri alınır. Sadece dayatılır.
Milli
Mücadele Kurmay Heyeti’nin önemli bir bölümü, bir süredir Çerkez Ethem’i,
küçümsemeye başlamış, onu bir jandarma çavuşu ya da köylü olarak görmektedir.
Milli kahramandan bir haine
Çerkez
Ethem, fikri dahi alınmadan Kuvâ-yı Seyyâre’nin dağıtılması kararından rahatsız
olur.
Bunun
üzerine, Millet Meclisi'nde Kılıç Ali, Vehbi, Eyüp Sabri, Reşit ve Celal
Beylerden oluşan 5 kişilik uzlaştırma komisyonu kurulur. Komisyon, Ethem’le
yaptıkları görüşme sonucunda bu işin kolaylıkla çözülebileceği görüşüne varır.
Ne var ki Mustafa Kemal bu görüşü dikkate almaz.
Uzlaştırma
Kurulu'nun tavsiyelerinin Mustafa Kemal tarafından dinlenmemesi üzerine aynı
kurul adeta yalvarırcasına ikinci bir telgraf daha çeker. Maalesef bu da göze
alınmayacak ve doğrudan Çerkez Ethem ve bağlı Kuvâ-yı Seyyâre birliklerinin
koşulsuz şartsız teslimiyeti istenecektir.
Mustafa
Kemal, Kütahya'daki uzlaştırma kuruluna Bakanlar Kurulu kararıyla geri
dönmelerini bildirir. Sonra, cephe komutanlarına da Çerkez Ethem ve
kardeşlerine karşı savaşa girişmeleri buyruğunu verir. Oysaki bu kararın ciddi
bir meşruiyet problemi vardır. Ethem ve kardeşlerine karşı savaşa girişilmesi
buyruğunun anayasal bir dayanağı yoktur. Çünkü bu konuda mecliste bir karar
alınmamıştır. Üstelik bir mahkeme kararı da bulunmamaktadır. İşin doğrusu hükümet
kararı bile mevcut değildir.
Yunan
işgaline karşı tahkimatta bulunan birliklerin çoğu geri çekilerek Yunan
kuvvetleriyle savaşmakta olan Ethem'i pusuya düşürmek için konumlandırılır.
Böylece “eldeki kuvvetlerin ezici çoğunluğu düşman cephesinden çekilip
yeterince söz dinlemediğine inanılan kardeşi ezmek için yönlendirilir.”
Çerkez
Ethem, sonunda kendine bağlı kuvvetleri dağıtarak yakınındaki bir avuç insanla
Yunan kuvvetlerinin gerisine geçmek üzere anlaşır.
Bundan
böyle milletin kurtuluş umudu, milli kahraman, efsane komutan gitmiş, yerine
hain Çerkez Ethem gelmiştir ve resmi tarihin sayfalarına böyle yazılacaktır.
Erdoğan
Aydın’ın kitabında, bir milli kahraman olarak Anadolu’nun bağrında kök salan Çerkez
Ethem’in yükselişine karşı, milli mücadele kurmay heyetinde alınan önlemleri ve
bunların adım adım nasıl uygulandığını görürüz.
![]() |
Yozgat isyanını bastırma harekâtı öncesi, 1920, Beyaz paltolu Mustafa Kemal, solunda Çerkez Ethem |
Gerçeğin
eğilip bükülmeden tarih sayfalarına kaydedilmesi sorumluluğuyla, büyük bir
titizlikle hazırlandığı görülen kitap adeta resmi tarihle bir yüzleşme
niteliğinde.
“Bu
siyaset tarzının bir sınırının” olmadığını, “nitekim Ethem ve komünistlerle
başlayacak olan bu iç temizliğin, sonra Meclis’teki ikinci grupla, sonra Rauf
ve Kazım Beylerle, sonra ta ki mükemmel ikinci adam İnönü'nün 1937'deki
tasfiyesiyle” süreceğini kitaptan okuruz.
Kitabı
bitirdiğimizde, geçmişle gelecek arasına sıkışmış ve iki yakası bir araya
gelmeyen cumhuriyetin bugün yaşadığı çözümsüzlüklerini anlamak ve açık
yüreklilikle tartışmanın ne kadar değerli olduğunu bir kez daha görürüz.
Bize
öğretileni değil, gerçeği merak edenlere Erdoğan Aydın’ın kitabı değerli bir
kaynak: “Yanlış İliklenen Düğme, Geçmişle Gelecek Arasında Cumhuriyet”