22 Ocak 2019 Salı

Komünist ona göz kırpmıştı

Yusuf Nazım
T24 | 15 Ocak 2019


Ani bir rüzgâr çıktı. Haşin, dalgalı, sert.

Toza toprağa bulanmış çocuk kalabalığın içerisinde apansız esti. Kulaktan kulağa hızla dolaştı...

“Komünist geliyor, komünist!”

Çocuklar, bir süredir kan ter içinde kalarak peşinden koştukları plastik yuvarlağı bırakıp sokağa doğru yöneldiler. 

Önde üç jandarma yürüyordu, arkada üçü daha. Adam ortalarındaydı. Sarı saçları dalgalı, kısık gözleri maviydi. Jandarmaların arasında, lacivert çizgili takım elbisesi içinde,  ellerini yere koymuş da henüz ayağa kalkmış gibiydi.

Çocuklar, jandarmaların arkasına takılmış ürkek, meraklı, heyecanlı gözlerle adamı süzüyordu.

Küçük olanı yaklaştı; elleri kocaman olmalıydı, öyle duymuştu diğer çocuklardan. Bir komünistin kocaman olmalıydı elleri. Eğilip kelepçeli ellerine baktı… Yüreği bir serçeninki gibi heyecanlıydı. Yaklaşıp küçük bir serçenin heyecanıyla baktı... Öyle demişlerdi, bir devin ayaklarını andırmalıydı bir komünistin ayakları, her adımında yer gök inlemeli, toprak sarsılmalıydı…

Adam, saçları sarı dalgalı başını çocuğa çevirdi, mavi gözleriyle baktı, gülümsedi. Birden şaşırdı! Yanlış mı görmüştü ne, adam ona göz kırpmıştı, çocuk gerisin geri kaçtı…

Büyük kapı gıcırtıyla açıldı. Altı jandarma, ortalarında bir adam, kapının arkasında kayboldular. Çocuklar, üzerinde Eskişehir Kapalı Ceza ve Tutukevi yazan kapının önünde, şaşkın, heyecanlı, ürkek öylece kalakaldılar.

*  *  *

Ressam Haydar Özay'ın Masalların Masalı Nâzım
çalışmasından
Akşamdı. Çocuk yemeğe gecikmiş miydi, babası gelmiş miydi, annesi kızar mıydı?

Evin dış kapısının mandalını incecik parmaklarını, kapı aralığından içeri sokarak açtı. Ufacık bedeniyle içeri süzüldü. Babası sıkıntılıydı. Yüzünü ter basmıştı. Evin küçük salonunda bir ileri, bir geri volta atıyordu.

“Ben ne yapacağım şimdi,” dedi, “ben ne yapacağım!? Adamı hücreye atmamı istiyorlar! Hiç bir suçu olmayan adamı nasıl hücreye atarım!”

Çocuğun annesi, kendisinden bir umar beklendiğinin farkında, üstünde yemek sofrasının kurulu olduğu masanın arkasında, ayakta, tedirgin dinliyordu.

Babası devam etti:

“Adam öylesine nazik, öylesine beyefendi ki… Ama komünist!”

Bir volta daha attı, bir kez daha geçti çocuğun önünden.

“Bekliyorduk zaten, bugün geldi, ardından telefon ettiler, ‘ne yap, et, adamı hücreye at!’ dediler, söylesene ne yapacağım şimdi ben?”

Çocuk, arkasına sokulduğu kuzine sobanın oradan olup biteni sessizce izliyordu. Şaşırmıştı. Cezaevi müdürü olan babasını ilk defa böylesine tedirgin, çaresiz görüyordu. Bir kez daha önünden geçen babasının ayaklarına takıldı gözleri. Jandarmaların ortasında yürürken görmüştü, bir devinki gibi değil, ancak babasınınki kadar ya vardı, ya yoktu adamın ayakları. Tuhaf, elleri de öyle!

Hâlbuki öyle dememişlerdi, kocaman elleri, bir devi andıran ayakları vardı.  

“Komünist geliyor” demişlerdi, koşmuştu. Ancak babasınınki kadar ya vardı, ya yoktu ayakları.

Sonraki günler, hep aynı tedirginlikte gördü babasını. Annesine “ne dersin, koysam mı, koymasam mı” diye söylenip duruyordu.

*  *  *

Aradan bir hafta geçmişti.

Koymadı!

O komünisti hücreye koymadı!

Babasının, o adamı hücreye koymadan, Bursa Kapalı Cezaevi’ne gönderdiğini öğrendiği o Mayıs akşamı nedense coşkulu bir sevinç kaplamıştı yüreğini.

Bir serçeninki kadar küçük yüreğinden tatlı bir huzurun boşaldığını hissetti. Minik gözlerini, içindeki sevinç ışıltılarını kapatacak denli kıstı, “heyyoo!” dedi içinden…

Dalgalı, sarı saçlarıyla jandarmaların arasında, yeleli bir aslan gibi yürüyen adamı düşündü.

Adam komünistti, gülümsemiş, ona göz kırpmıştı.

Not: Nazım Hikmet’le ilgili çocukluk anısını benimle paylaşan ve şairin 117.doğum yılında yayımlamama izin veren sevgili Hamdi Yücelen’e derin şükranlarımla.

https://t24.com.tr/yazarlar/yusuf-nazim/komunist-ona-goz-kirpmisti,21372


Bir kez daha savaş ve barış üzerine

Yusuf Nazım
T24 | 1 Ocak 2019


"Savaş yoksullar için vatanseverlik, zenginler içinse bir iştir."

Adam, sanki bilinmeyen bir dilde konuşmaktadır.

Biraz dikkat edildiğinde, hiç de öyle olmadığı anlaşılır. Açık seçik Arapça’dır konuşması. Küçük bir çocuğun eşliğinde ürkek adımlarla yürümektedir.

Bir babadır o. Savaşta kaybettiği çocuğunu aramaktadır.

Nice acıların yaktığı, ihanetin kuruttuğu, ölümlerin kavurduğu bir ateş denizinden savrulmuştur. Savaşın, barutun, yok etmenin coğrafyasından kurtulup gelmiştir.

Demokrasi ve özgürlük götürme heveslilerince ülkesi kan gölüne çevrilmiştir onun. Akıl almaz dramların yaşandığı, ailelerin parçalandığı, ocakların dağıldığı bir ülkedir burası. Ölüleri yüzbinlerle sayılan, göç edeni milyonlarla ifade edilen, yanmış, yakılmış, harap olmuş bir coğrafya…

*  *  *

Suriyeli babanın, yıllardır sürdüğü iz onu, Türkiye’de bir şehrin kenar mahallesine kadar getirmiştir. Küçük bir çocuk ona yol göstermektedir. Bir mobilya atölyesinin önüne gelirler. “İşte burada,” der çocuk.

Baba ürkek adımlarla girer içeri. Birisiyle selamlaşır, konuşur, bir şeyler söyler ona. Konuştuğu kişi, hızar sesleri arasında, eliyle içeriyi işaret eder. Tiner kokulu atölyenin derinliklerinden bir oğlan çocuğunun başı gözükür…

Gerisini tarih kitapları nasıl yazacaktır, bilinmez.

İçerden bir çocuk değil, bir yavru çıka gelir. Kan revan içinde bir savaşta kaybolmuş; acının, vahşetin, ihanetin, yok olmanın girdabından kurtulmuş babasıdır karşısındaki…

Bir anda atölyedeki tezgâhların üzerinden fırlayıverir. Bir kuş gibi kanatlanır adeta, havalanır, uçar, babasının üzerine atlar. Birbirlerine sarılırlar, öperler, koklarlar, kucaklaşırlar…

Dakikalarca sürer baba oğulun kucaklaşması. Onları bu kadar sarmaş dolaş yapan, Ortadoğu’yu cehenneme çevirmiş bir savaşın korkusudur. Yıllar süren ayrılıktan sonra baba ile oğlu böylesine kenetleyen insan olmanın, terin, tenin, özlemin, barışa duyulan hasretin kokusudur…

Savaşsız bir dünya için

İnsanlık, ölümü yenmek ve yaşamı çoğaltmak adına muazzam çalışmalar yapmaktadır.

Bir yanda çocuk ölümlerinin azaltılması, tedavisi mümkün olmayan hastalıklara çare bulunması; kanserin, AIDS’in, genetik hastalıkların yok edilmesi için büyük mücadeleler vermektedir. Bunun için laboratuvarlar kurulmakta, araştırma enstitülerinde milyarlar harcanmakta, üniversitelerde büyük bilimsel çalışımalar yürütülmektedir.

Ne yazıktır ki aynı insanlık, yaşamı bitirmek ve ölümü çoğaltmak üzerine de benzer çalışmalar içerisindedir.

Toplu şekilde insanlar nasıl öldürülür? En hızlı, en acısız, en kolay ölüm nasıl gerçekleşir? İnsanlar topluca ölürken, binalar, yollar, köprüler nasıl ayakta kalır? Tüm bunlar üzerine AR&GE çalışmaları yapılmakta, çok büyük paralar harcamaktadır. Acı olanı ise, bunun için bilimin ve bilim insanlarının kullanılmasıdır.

*  *  *

Savaşların değişmeyen tek geçeği varsa o da, canlılarla başlayıp ölülerle bitmesidir.

İnsanoğlu, hemcinslerini ve beraberinde doğayı da öldürmek için niçin silah üretir? Bu nasıl bir dünyadır? Bunca tank, uçak, savaş gemisi, bombalar, roketler, silahlar, mermiler, gaz ve zehir, kimyasal ve biyolojik silahlar neden üretilir?

Dünyadaki en kutsal savaş açlıkla olan savaştır. Buna rağmen, dünyada açlık çeken 800 milyon insanı, tam 83 kez doyuracak kadar para her yıl neden silahlanmaya harcanır?

Nasıl bir gelişmişlik, ne menem bir uygarlıktır bu?

*  *  *

Bugün, savaşsız bir dünyaya layık insanlık.

Ölümün, acının, ayrılıkların olmadığı bir ülke istiyoruz.

Çok mu şey istiyoruz?

Ne Türk’ün onurunun kırıldığı, ne Kürdün gururunun incindiği bir ülke istiyoruz. Ne Ermeni’si, ne Rum’u, ne de Yahudi’si, biri diğerine üstün olmasın istiyoruz! Almanı, İngiliz’i, Arap’ı, Afrikalısı, Kızılderili’si; hepsi ama hepsi eşit olsun; her dinden olanı; Müslüman’ı, Hristiyan’ı, Yahudi’si; dindarı, dinsizi; Alevi’si, Sünni’si aynı olsun; ama erkek, ama kadın, cinsel tercihi ne olursa olsun, yeter ki insan olsun. Ne sınırların bölücü duvarları, ne bayrakların ayrım yapan gölgesi, ne de devletlerin Nemruttan beter kibri; hiçbiri olmasın istiyoruz!

Ne tankları olsun insanlığın, ne de savaş uçakları, atom bombaları, gemileri; Ne S-400 ‘ler üretilsin, ne Patriotlar, Exocetler satılsın; ne de bunları üreten silah fabrikaları yapılsın... Tek bir tüfek, tek bir top, tek bir mermi dahi üretilmesin.

Bütün savaşlar, cümle düşmanlıklar, yekûn eşitsizlikler son bulsun.

Yeni yılda barış üstünüze olsun.

http://t24.com.tr/yazarlar/yusuf-nazim/bir-kez-daha-savas-ve-baris-uzerine,21237